Fransız medyası pürhiddet
13 Ekim 2014Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu 10 Ekim Cuma günü Paris’te Türk-Fransız Yüksek İstişare Toplantılarına katıldı. Toplantılarda IŞİD’le mücadele konusu da ele alındı. Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius, toplantılar sonrasında Çavuşoğlu ile ortaklaşa yaptığı basın açıklamasında, iki ülkenin “hem IŞİD hem de Esad rejimiyle mücadele konusunda görüş birliği içinde olduğunu” söyledi. Bu görüş Mevlüt Çavuşoğlu tarafından da dillendirildi. Fabius, Türkiye-Suriye sınırında bir “tampon bölge” fikrine sıcak baktıklarını da söyledi, ancak bunun için “uluslararası koordinasyon gerektiğine” vurgu yaptı. Çavuşoğlu ise Ankara’nın “tampon” değil, “güvenli ve uçuşa yasak bölge” istediğini belirtti. PKK veya PYD’yi kastederek de IŞİD’den geri alınacak bölgelere “başka terör örgütlerinin yerleşmesinin engellenmesi gerektiği” görüşünü dile getirdi.
Öyle görünüyor ki iki ülke arasında temelde görüş birliği olsa da yöntem ve izlenecek yol konusunda görüş ayrılıkları var. Bu görüş ayrılıklarını, ikili ilişkilerin başka boyutlarını zedelememek adına göstermek istemiyorlar. İki bakan, belki de bu nedenden dolayı ortak basın açıklamasının ardından, kendilerini izlemeye gelmiş gazetecilerin sorularına yanıt vermemeyi tercih ettiler.
‘Katliama seyirci kalınıyor'
Oysa, Suriye krizinde en ön safta yer alan Fransa'da medya, son haftalarda, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere Türkiye hakkında olağanüstü negatif bir imaj yaratmış durumda. Türkiye, “Kobani’de Kürtlerin katliamına göz yuman ülke” olarak gösteriliyor. Fransız merkez solunun etkin gazetesi Liberation, bu sabah konuya ilişkin başyazısında, PKK’nın, “kullandığı yöntemlerden dolayı uzun yıllar eleştirildiğini” belirtse de, Kürtlerin genelde “komşuları ve hasımlarına nazaran, dini daha açık ve hoşgörülü uygulayan cesur bir halk” olduğunu yazıyor. Gazete bu analizden yola çıkarak, “Kürtlerin yenilgisi bizim de yenilgimiz olur” diyor ve Türkiye’nin, “doğrudan askeri müdahale olmasa da, Kobani’deki Kürtlere insan ve silah yardımı konusunda ikna edilmesi gerektiği” görüşünü savunuyor. Aynı gazetede bugün yer alan bir başka analizde ise Kobani’de yaşananlar 1995 yılında BM koruması altındaki Srebrenitsa’da yaşananlara benzetiliyor. BM Suriye temsilcisi Staffan De Mistura’nın Kobani’de yaşananlar ile 8 bin kişinin katledildiği Srebrenitsa’da yaşananlar arasında bağ kurduğuna vurgu yapılan analizde, ABD'nin de, NATO içindeki müttefiki Türkiye'nin tutumundan “hoşnut olmadığı” hatırlatılıyor. Türkiye’nin “uzlaşmaz” tavrıyla “geleneksel Avrupa ve Amerikalı müttefiklerinden biraz daha kopma riskiyle karşı karşıya olduğu” yorumunda bulunuluyor.
‘NATO üyeliği sorgulanmalı'
Türkiye’nin Batı sisteminden kopma riski, Bosna, Kosova ve Libya’daki savaşlarda düşünsel olarak ön planda yer alan Fransız filozof Bernard-Henri Levy tarafından da dile getirilmekte. Levy, Kobani için “Erdoğan’ın yanlış hesapları yüzünden düşecek” öngörüsünde bulunuyor. Fransız filozof, Kobani’de yaşananları “Condor lejyon uçakları tarafından imha edilen Guernica, Alman Heinkel uçakları tarafından haritadan silinen Coventry, Rusya lideri Putin tarafından hayalet kente çevrilen Grozni” ya da Stalingrad ve Saraybosna gibi kentlerin geçmişte yaşadığı trajedilere benzetiyor. “Erdoğan’a IŞİD’in aynı zamanda onun da düşmanı olduğu ve Kobani’de çanların aynı zamanda onun için de çaldığı hatırlatılmalı” ifadelerini kullanan Levy, Batı dünyasının daha da ileri giderek, “IŞİD’le mücadelenin, İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan ve Türkiye’nin de parçası olduğu ortak güvenlik sisteminin güvenilirliğini ölçme fırsatı olduğunun söylenmesi gerektiği” görüşünü de savunuyor. Ankara’nın 1991’de Irak operasyonlarına istemeyerek katıldığını, 2003’te de Amerikan askerlerinin Türkiye üzerinden Irak’a girişini engellediğini belirten Levy, Türkiye'nin bir kez daha müttefiklerinin yanında yer almaması halinde “NATO üyeliğinin sorgulanması” gerektiğini ileri sürdü. ABD başkanı Obama’nın Ankara’ya gelen temsilcilerinin bunu açıkça söylemesi gerektiğini kaydeden Levy, Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’dan da “Kobani'nin Avrupa için bir kale olduğu” mesajını Türkiye'ye iletmesini istedi.
Fransız Uluslararası İlişkiler Enstitüsü (IRIS) Türkiye uzmanı Didier Billion ise “uluslararası ilişkilerde düşmanlarınızın düşmanları her zaman dostunuz değildir” diyerek Ankara’nın Suriye politikasında “hata yaptığını” söylüyor. Fransız uzman, sadece Ankara değil, Washington, Paris ve Londra’nın da Suriye’deki güçler dengesini ve Baas Partisi ile Suriye toplumunu oluşturan değişik unsurlar arasındaki dinamikleri gerektiği gibi analiz edemediğini belirtiyor. Ancak Ankara’nın Suriye dosyasındaki “radikal siyasi tutumu ile Türkiye’yi tehlikeli ve kendi çıkarlarına aykırı bir siyasi çizgiye sürüklediğini” savunuyor. Billion, “hiçbir dış politika dini görüşler üzerine inşa edilemez, bu konuda sadece ulusal çıkarlar pusula işlevi görmelidir” şeklinde konuşuyor. Fransız uzmana göre Arap Baharı, Türkiye’nin “bölgesel güç olma” kapasitesinin sınırlarını da açığa vurmuş durumda.
‘Ankara ağlamaz'
Haftalık Le Point dergisi yazarlarından Pierre Beylau da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sert üslupla eleştirenlerden. Beylau “İslmacı-muhafazakar” olarak tanımladığı Erdoğan ve Türk hükümetini “Neo-Osmanlıcı” bir politika izlemek, bağımsız bir Kürdistan’ı engellemek ve mümkünse Suriye’den ödün koparma peşinde olmakla” suçluyor. Suriye toprakları içinde Türk ordusu tarafından kontrol edilecek bir tampon bölge fikrinin de “bu yönde olduğunu” savunuyor. Beylau, “PKK Türkiye için düşman kalmaya devam ediyor. Savaşçılarının Kobani’de öldürülmesi Ankara’da fazla gözyaşı döktürmez” yorumunda bulunuyor.
© Deutsche Welle Türkçe
Kayhan Karaca