"'Kardeşim 10 gün önce 15 gün önce burada gaz kaçağı var' demiş, 'Bizi burada patlatacaklar' demiş. Nasıl ihmal oldu?"
Bartın'daki Amasra Taş Kömürü İşletmesi'nin madeninde can veren 41 işçiden biri olan Rahman Özçelik'in kardeşi, cenazede gözyaşları içinde Cumhurbaşkanı'na bu soruyu sordu. Erdoğan bir an durdu, düşündü ve "Başınız sağolsun" deyip konuşmayı sonlandırmaya karar verdi. Bu görüntüler kayda geçti.
Şaban Yıldırım, Ekim ayı başında eşine "Havalandırma kötü", grizu patlamasından beş gün önce de "Metan gazı geliyor" demişti. Yıldırım'ın ailesinin aktardıklarına göre, işletmeci durumun farkındaydı. Ailenin aktardığına göre işçilere belki 20 gün izin verilecekti, o sırada aşağıda temizlik yapılacaktı. İşçileri endişelendiren gaz 15 Ekim'de patladı. Belki bir kazma darbesiyle çıkan kıvılcım ortalığın alevle kaplanmasına yetti.
Bu felaket neden engellenemedi?
Felaketin üzerinden üç gün geçtikten sonra Maden Mühendisleri Odası Bartın Temsilcisi Göksel Keserci ile de konuşarak bu soruya cevap bulmaya çalıştım. Ne var ki, bu sorunun cevabı başka soruların cevaplanmasına bağlı. Ancak o sorulara geçmeden bir hususun altını çizmek şart. Ne iş kazaları kaderdir ne de madenciliğin fıtratında ölüm vardır. Oda temsilcisi Keserci'nin ifadesiyle "önlenemeyecek iş kazası yoktur." Olmamalıdır. Bu konuya, Erdoğan'ın açıklamalarındaki kader vurgusuna döneceğiz. Önce soruları not edelim:
Madende metan gazı miktarını ölçen cihaz / cihazlar çalışıyor muydu ve uyarı verdiler mi?
İşçilerin üzerinde portatif gaz ölçüm cihazları var mıydı?
Bu cihazların metan gazının patlayabileceği yoğunluk olan yüzde 5 oranına yaklaştığında uyarı vermesi gerekir. Eğer uyarı verdiyse, önlem alınmadı mı?
Madende günlük yapılan gaz ölçümlerinin kayıtları nerede? Bu kayıtlar bilirkişi olarak görev yapabilecek Maden Mühendisleri Odası ile neden paylaşılmadı?
Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) madende en son ne zaman denetim yaptı? Yoksa denetimden ziyade yeni açılacak madenlere ruhsat verme işiyle mi meşguldü?
Müfettişler raporlarında metan gazı ve Sayıştay raporuna yansıyan parçacık yoğunluğuna dair ayrıntılı tespitte bulundu mu?
Madende personel takip ve haberleşme sistemi sağlıklı çalışıyor mu?
Elektrik tesisatı anti-grizu muydu? Madende devre kesici mevcut muydu?
Bu soruların bir kısmının cevaplanması için olay yerine inmek ve geriye kalan ne varsa, incelemek gerekiyor. Bunun için de önce yeraltındaki yangının tamamen sönmesi beklenecek. Ölçüm cihazlarına ve tutulan kayıtlara dair sorular ise aslında yetkililer tarafından hemen cevaplanabilecek sorular. Cevapları, spekülasyonları bitirebilecek sorular. Ama cevaplanmıyor. Bu kez de bu soruların neden cevaplanmadığına dair sorular çıkıyor karşımıza.
Metan gazı seviyesi yüksekti de uyarı ciddiye alınmadı mı?
Sistemde bir sorun mu vardı?
Yoksa bu kayıtlar bağımsız bir meslek kuruluşuna siyasi nedenlerle mi gösterilmedi?
Maden Mühendisleri Bartın Temsilcisi Keserci, Bartın'daki madenin Soma'daki gibi özel işletme değil, bir kamu işletmesi olduğu için standart önlemler alarak işletildiğini düşünüyor, "Ölçüm cihazları vardır" diyor. Peki patlamanın olduğu yerde ölçüm cihazı var mıydı? Keserci, yeni açılmakta olan bir galeriyse buraya henüz cihaz yerleştirilmemiş olabileceğini söylüyor.
Madencilere portatif ölçüm cihazı alımı
Diyelim ki, ölçüm cihazı orada yoktu. Kurum işçilere portatif ölçüm cihazları almamış mıydı? Geriye dönük bir tarama yaptığımda, 2018 ve 2020 yıllarında Amasra Taş Kömürü İşletmesi için 20'şer adet alarmlı, dijital portatif çoklu gaz ölçme cihazı için ihaleye çıkıldığını gördüm. Teknik şartnamede Avrupa Birliği Uygunluk Beyanı ve Avrupa Konseyi'nin onaylanmış bir kurumca malzemenin metan gazlı ortamlar uygunluğunu gösteren sertifika şart koşulmuştu. Bu cihazların, Türkiye Taş Kömürü Kurumu Makine ve İkmal Dairesi Başkanlığı Muayene ve Tesellüm İşleri Şube Müdürlüğü ve İş Güvenliği ve Eğitim Dairesi Başkanlığı elemanlarınca muayenesi ve kabulü yapıldıktan sonra, 120 iş günü içinde teslimi öngörülmüştü.
Bu cihazların "tüm gazların değerini yansıtan aydınlatmalı LCD göstergesine sahip olmasının yanı sıra askı kayışlı ve kemerde taşınabilir özellikte" olması da gerekiyordu.
Peki bu portatif cihazlar kullanıldıysa, verilerinin de sunucuda kaydedilmiş olması gerekmez mi? Şartlardan biri de "Cihazın hafızadaki ölçüm bilgileri istendiğinde bilgisayarda izleneceği için, firmalar cihaz ile bilgisayar bağlantısını sağlayacak iki adet bağlantı elemanını ücretsiz vereceklerdir" şeklinde çünkü.
Soma'dan ders çıkarıldı mı?
Rahman Özçelik ve Şaban Yıldırım gibi Bartın'da, yerin yüzlerce metre altında can verenler, Soma'da 301 madencinin can verdiği iş cinayetinin sonuncu olduğuna inanmak istemişlerdi muhakkak. Aynı zamanda Soma'da madenciler aşağıda aileleri yukarıda kavrulurken Erdoğan'ın "Bunun yapısında, fıtratında bunlar var" dediğini de duymuşlardı büyük olasılıkla.
Cumhurbaşkanının kendi arkalarından da "kader" diyeceği, hiç akıllarına gelir miydi? Peki Erdoğan Soma'da fıtrat açıklamasında başka ne demişti?
"Arkadaşlar yani biz bir defa bu tür ocaklarında, kömür ocaklarında bu olanları, lütfen buralarda bu olaylar hiç olmaz diye yorumlamayalım. Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Hiç kaza olmayacak diye bir şey yok.”
Erdoğan, daha arama çalışmaları sürerken Soma'daki işverene de şöyle sahip çıkmıştı:
"Kontrollerle de burası gerçekten gerek işçi sağlığı, gerek işçi güvenliği açısından da iyi noktada kömür ocaklarından birisi olarak değerlendirmesi yapılmış ve Nisan-Mayıs'ta da çalışmalarına devam etmiştir."
Peki o kontrolleri kim yapmıştı?
Aynı soru Bartın için de geçerli. Amasra Taş Kömürü İşletmesi'nde iş güvenliği ve işçi sağlığı denetimini kim yaptı?
Erdoğan kendinden en ufak bir şüphe duymadan şunları dedi Bartın'da:
"Birileri bununla dalgasını geçebilir, ama önemli değil, biz kader planına inanmış insanlarız. Kader planına da inandığımız için bunun ne dünü, ne bugünü, ne yarını hiçbir zaman, ne yapmayacaktır? Olmayacaktır. Bunlar her zaman olacaktır, bunu da bilmemiz lazım."
Tekrar anladık ki, Erdoğan Soma'dan en ufak bir ders çıkarmamış. İş kazalarında onlarca kişinin ölmesi karşısında da kayıtsız. Kader deyip geçiyor, adeta halkı ileride tekrarlanabilecek felaketlere hazırlıyor. Ölen madencilere "şehit" diyerek ailelerin, yakın çevrenin ve kamuoyunun baskısının da önüne geçmeye çalışıyor.
Madenciler kader kurbanı değil
Ailelerin içi yanarken, henüz yakınlarını kaybetmiş olmanın ayırdına varamamışlarken, madencilerin cenazelerine hızla ulaşılmasından duyduğu "rahatlamayı" dile getirmesi peki? Erdoğan'ın cenazedeki "24 saati bulmadan neticeye varmış olmamız bizleri bu noktada rahatlattı. Çünkü Soma'da biliyorsunuz, çok uzun sürdü, ama burada 24 saati bile bulmadan 41 şehidimize hamdolsun ulaştık" sözleri de kayıtlara geçti.
Hayatta kalmaları gerekirken can veren madencilere çabuk ulaşmak nasıl bir "rahatlık" verebilir Allah aşkına? Böyle bir felaketin ardından insan neden böyle bir şey söyler? Tek açıklaması, "24 saati bulmadan" eleştirilerin önünü kesmek olabilir. Oysa ki, sorumlu bir hükümet başkanının yapması gereken, acılı ailelere ve kamuoyuna, bu olayın aydınlatılacağına dair güvence vermektir. Yukarıdaki soruların peşine düşmektir.
Çünkü önlenemeyecek iş kazası yoktur.
7 Mart 1983'te Armutçuk'ta 103, 3 Mart 1992'de Zonguldak Kozlu'da 283, Soma'da 301 madenci nasıl işin fıtratından dolayı ölmediyse, Bartın'daki 41 madenci de kader kurbanı değillerdir.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi İSİG'in verilerine göre, 2022'nin ilk dokuz ayında, yani Ekim ayına kadar iş başında can veren 1359 işçi var. Şimdi bu rakama 41 madenci de eklendi. İşçinin kaderi ölmek de 301 madencinin ölümünden sorumlu işverenin kaderi hakkıyla cezasını çekmeden yaşamak mı?